Cuma, Ocak 16

İnatla İlkel Olmak

39 yaşımdayım, ikinci üniversite okuyorum. Ne gereği var diyenlerinizi duyar gibiyim. Biliyorum pek mantıklı gelmiyor kulağa. Ama eğer içinizdeki ses  sürekli birşeyler yapmaya yöneltiyorsa sizi, bazen son derece mantıksız gelebilecek süreçler çok mantıklıymış gibi gelebiliyor. 
Hiç yaşamaz mısınız? 
Bu konuyu YİNE başka zaman gündeme getireceğim zaten. Bu ayrı..
 
Her üniversite sürecinde olduğu gibi ikinci üniversitede de vize, final gibi sınav süreçleri var. Ve bu süreçte de tabiki çalışmak var :)   Ama çağımız gereği modernizasyonun sunduğu veliniğmetlerden yararlanmamak aptallık olurdu değil mi?!?  Bende sınav zamanları için üniversitenin web sitesi üzerinden tüm kitaplarını indirdim. Çalışırken o şekil çalışmayı denedim.
...Olmadı!
Ne konsantre olabildim, ne okuduğumu algılayabildim!? İnanılır gibi değil! Kendime kızdım, sen yaşlandın dedim. Hırs yaptım; sessiz bir platformda denedim, tabletten denedim, kulağıma müzik taktım denedim. Olmadı, olmadı, olmadı!!!!
Sonra çalışmam gerektiği için para verip aldığım kitaplar üzerinden ilerlemek ZORUNDA kaldım. Aa?!?!!?   Kitabın sayfalarını çevirdikçe, kurşun kalem ile okuduğum her önemli satırın altını çizdikçe, önem arz eden anlamama yardım eden tek kelimelik notlarımı kenarına-altına-üstüne yazdıkça, rengarenk kalemlerle cümlelerin üzerinden geçtikçe, sayfalarda gezdikçe algım açıldı. 
Sonra bir an duraksadığımda, tablete veya telefona bir sürü kitap yüklediğimi ve oralardan okumak durumunda kaldığımda nasıl zevk alamadığımı farkettim. Aslında ben meğer sevmiyormuşum teknolojinin bana bu noktada "hizmet sunmasını".  Beynimlede rededebiliyormuşum o hizmeti.
Bir düşünsenize.. Kitabın sayfalarını hızlıca akıttığınızda burnunuza çalan kitap / sayfa kokusu ne kadar etkiler insanı. Dokunduğunuzda sayfa dokusu ise içinizi gıcıklar.  Kimi sayfalar dümdüzdür, parmaklarınız kayar üzerinde adeta. Kimi sayfalar biraz "samanımsı" dır, parmaklarınız takılır adeta gezinirken. Kapak gizemli bir unsurdur, takılıp kalırsınız; kitabın konusunu tahmin etmeye çalışırsınız. Bir cafe'de basılı bir kitabı okuduğunuzda zevk alırsınız, içtiğiniz capuccino'da bu duruma ancak eşlik eder. Eğer felsefik bir kitapsa sizi düşündürür, belki satırların kenarına işaretler koyarsınız, tekrar birgün o kitaba geri döndüğünüzde o an neleri önemsediğinizi anımsarsınız çabucak. Bir aşk romanı ise zaten, o cafede o cappuccino ile bitiriverirsiniz kitabı neredeyse.
Bir polisiye romanında ise geceler gece olmaz meraktan heyecandan. Bir an önce faili meçhul şahsı bilmek, olayın sonucunu öğrenmek istersiniz. O kitap senin bu kitap benim, o roman senin bu roman benim, o hayattan bu hayata atlar durursunuz kitaplarda. Bir tarih temsil eder her kitap sizde sizinle... Kitap sizde yaşar, sizde kitapta. Şimdi bütün bu yaşanmışlıkları hangi tablette, notebookta, laptop-tablet arası ne olduğu belli olmayan teknik alette, telefonda (tablet boyutunda neredeyse hepsi) yaşayabilirsiniz????..  Elinize aldığınız buz gibi bir metal parçasından başka birşey değildir.
 
Ben kitabı, gazeteyi, dergiyi, yazmak için kullandığım müsfetteleri (bilmeyenler için; kullanılmış A4'lerin boş arka sayfalarınında kullanıldığı A4'ler) hissetmek isteyen nesildenim. Yeni teknolojiyi kullanıyorum, ancak mecbur kalmadığım zamanlarda hala kalem-kağıt ilişkisinin içinde varolmayı tercih edenlerdenim.
 
Elbet teknolojininde en doruk dönem sonrası yeniden kalem-kağıt ilişkisine  döneceği o "ilkel" zamanlar gelecek.  Hatta geldi bile sayın ; zira tabletlerin bile artık birer kalemi mevcut.

O zaman bazen "ilkel" çağları aşağılamamalı, birgün o çağlara geri dönüşün gerçekleşeceğini bilmeliyiz.. Geç kalmadan bir kitabı hissetmeye ne dersiniz?!?

sevgiler
ö.N

Pazartesi, Ocak 12

İnandırıcılık

Gece uykum kaçtı. Her uykusu kaçan insan gibi bende gittim televizyonu açtım tabiiki.  Bir film tekrarı bulunuyordu : "Aşk tesadüfleri sever". 
Filmin başlarını yakalamışım, zira hikaye başlangıçtan gelişme bölümüne doğru ilerliyordu. Konu AŞK.  Bir yerli film. Senaryo aslında güzel. Ancak bizler Türk Sineması olarak (sıkıntıların başlıklarını tam olarak bilmem mümkün değil, bir bilene sormak lazım) bir türlü şu gerçek hazları & duyguları yakalayamıyoruz. Şimdi filmdeki oyuncular Mehmet Günsür (oyunculuğu 1995 yılında oynadığı HAMAM filminden beri takibimdedir ; inandırıcı bir oyun kapasitesi bulunuyor -bence-) ve Belçim Bilgin (oyunculuğunu "inandırıcı" bulamıyorum). 
Çocukluk yaşlarında yolları kesişen iki ufaklığın yaşamları süresince birbirlerinden habersiz teyit geçen zaman dilimleri ve bu zaman dilimleri sonrasındaki buluşma hikayesi ve yaşanan aşk. Abartı veya fazla işlenmiş detaylar bazen bir senaryoyu güzel iken sıkıcı hale yada gereksiz bir yoğunluğa neden olabiliyor. Bu filmde de misal tesadüfler o kadar fazla işlenmişki, "hadi be ordan" dedirtiyor insana.. Arka arkaya yaşanan buluşmalar, senaryonun tahmin edilebilirliğine ve seyircinin filmden kopmasına neden olabiliyor. Bende de öyle oldu. Birbirlerinden habersiz teyit geçen tesadüfler o kadar basit ki.. Filmdeki kadın aktrisin yaşanan duyguyu dışarıya aktaramıyor olmasıyla birlikte aktörün başarısını da aşağı çekiyor. Mehmet Günsür bu filmde olduğu kadarının çok azını paylaşabilmiş. Bakışlarla bile o duyguyu ekran dışına verebilen o insan, bu filmde sadece rolünün sınırlarında sıkışmış kalmış.
 
Gerçek hayattada aynısı olmazmı zaten.  Yaptığımız işlerde yada beraberliklerimizde veya arkadaşlıklarımızda paslaştığımız insanlar rollerini iyi oynayamıyorlar ise, bizlerde kimi zaman o bünyelerin etrafında kendimizi gösteremeyebiliriz. Pasif kalırız veya kalmak durumunda bırakılırız.
Etkilenip kötü bir performans göstermemize bile neden olabilir. Hani olay sadece "ben yaparım, benim başarım bana" değildir aslında. İnandırıcıkları iyi olan insanlarla paslaştığınızda da kat kat büyür, etrafınızı da büyüten insan olursunuz. Arkanızdan çekersiniz o insanları. Sizi aşağı çeken insanlar vardır mutlaka, durun ve bir an için düşünün.  Küçük küçük anekdotlar gelecek aklınıza inanın..  Ya sizi küçümserler, birşey başaramayacağınızın inancına girerler. Yada yapılan işleri hiç önemsemezler, takdir etmezler. Yada sadece kendi dünyaları varmış, kendileri birşeyler başarıyormuş gibi lanse ederler.
Bu filmde de bahsedilen her tür sahnede hayattan sahneler mevcut. İzledikçe gördüm.

Ama daha çok Mehmet Günsür'ün oyunculuğunun oracıkta parlayamadığına üzüldüm. Bazı oyuncuların gerçek anlamda bir aurası ve o auranın da taşıyacağı büyük roller, gerçek hikayeler olduğunu düşünürüm.  Mehmet Günsür'de bana göre öyle biri. Ve o film bir katmadeğer sağlamamış kariyerine.. 

Zaten son derece inandırıcı bir aktör.


sevgiler
ö.N