Salı, Aralık 30

Memnun Olunası 2015

2014'de bitiyor.. Bir yıl daha yaşlanıyoruz, bir yıl daha "fazlalaşıyoruz".  Zaman ile ilgili problemi olan ben, bir masa takviminde birgün bittiğinde o günün üzerini mutkaka çizen ben, bir o kadar doğumgünlerini ve yılbaşılarını hiç sevmem.  Kendimce buna şu şekil bir sendrom adı koymuş bulunuyorum : total zaman yetersizyolojisi.
Zamanda kaizen mantığı ile küçük zaman dilimlerinde yaşayıp varolmayı tercih edenlerdenim sanırım. Bir zamanın  totalinin bitiminde diğer insanlar kadar kutlayacak bir unsur göremiyorum. Belki pesimitçilik belki fazlaca realistlik.  Doğumgünlerinde deli gibi kutladığımı, balonları patlattığımı, koca bir pasta üzerinde bir sürü mum üflediğimi hiç hatırlamam mesela. Yada bir eğlence merkezinde yılbaşında sabahladığımı, oradan çorbacıya giderek ayılmaya çalıştığımı, yılbaşında kırmızı iç çamaşırı giymeyi falan hiç denemedim, istemedim. Totalde biten bir zaman dilimi için hiçbir zaman eğlenemedim, mutlu olamadım. Çünkü en nihayetinde bana bahşedilmiş olan zaman diliminden eksilen birşey için neden sevineyimki sorusu ile yüzyüze geliyorum. Sürekli eksi edildiğiniz birşeye sevinebilir misiniz? Bir kutlama yapmak için kendinizi yırtabilir misiniz?
En fazla zamanın size kattıklarına bağımlı olarak memnun olabilirsiniz. Yada olmazsınız.
 
Bir diğer unsur ise (takıldığım) süslenmiş bir çam ağacının evlerimizin baş köşelerine konmaları. Namı-değer Noel ağaçları.
Aslen yaprak dökmeyen ağaçları ve çelenkleri ölümsüz yaşamın simgesi olarak kullanmak, eski Mısırlıların, Çinlilerin ve Yahudilerin ortak bir geleneği idi.  Avrupalı paganlar arasında uyarlanan bir gelenektir ve  çam ağacı üzerine yerleştirilmiş (şimdi) ışıklar, (eskiden) mumlar İsa'yı simgelemektedir. Amacı araştırılıp bilinmeden "yılbaşı" ile bağdaştırılıp uygulanan bu mantık beni sürekli şaşırtır. Zira almanlar bunu 24 Aralık haftası Adem ile Havva yortu -İsa'nın doğuşu olarakta bilinen advent bayramında dekor amaçlı kullanırlar. Dini bayramlarının bir unsuru olduğu için kullanımı oldukça yaygındır.  Ama biz yine "kopyalama" zihniyet ile sırf görsel bir şölen olmasından ötürü yılbaşılarımıza oturtmuş durumdayız!

Neyse yine daldan dala atlamış gibi hissettim şu an...




Bir sene daha bitti.  Bitmek üzere.

Beni, benimle bu yılı satır aralarında buluşan herkese gönüllerince zamanların  olduğu bir yıl ve ömür diliyorum.

Memnun olunası 2015 hoşgelir inşallah..

sevgiler
ö.N

Salı, Aralık 9

Bir bahçe bir yüksek tavan

Yıllar önce.. Bir iş görüşmesi için bir firmaya gitmiştim. Çengelköy'de..
Firmanın önüne geldiğimde şaşkınlıktan dilimi yutacaktım az daha. Zira firma fiziken bir yalı içinde konumlanmıştı.
Bir avlu kapısı vardı, içeriye girdiğinizde her yer yeşil, özenle düzenlenmiş bir bahçeye açılan.  Burada çalışan insanlar daha firmanın içine girmeden tüm kötü enerjisini o kısacık mesafede bırakıyorlardır düşüncesi hakim oluşuveriyor insanın beyninde. Sonrasında giriş kapısına geldiğinizde ise olabildiğince tüm ihtişamı ile boğaz seriliyor ayaklarınıza. Daha içeriye girmeden kimseyle konuşmadan başlamıştım dua etmeye  ne olur burada çalışayım diye..  İçeri girdim ve yüksek tavanlı ve yüksek penecereli odalarda ferahlık seviyesi o kadar güzeldiki, sanki zaman ayaklarımın altından kayıp gitmiş, yalının gerçek yaşantısına girivermiştim. Nede ufak kalmıştım büyük odalarda.
Sonra insan kaynakları beni alıp genel müdür odasına götürdü. Yaşlı hatrı sayılır yaşıyla son derece düzgün, bakımlı ve pozitif enerji dolu biriydi karşımdaki. Elimi sıktı tüm özgüvenini hissettirmek istermişcesine ve statüsünün gerektirdiği biçimde.  İnanılması güç ama gerçek, yaklaşık 45 dakika benimle sohbet etmişti, ve birkez olsun iş hakkında soru sormamıştı. Hayat felsefemden tutun, nerede yetiştiğime, inancıma, ekonomiye kadar iş dışı ne kadar konu varsa onlardan almıştı bilgileri.
Ve bana en son şunu diyerek bitirdi konuşmasını :  
"Bu koltuk aslında hiçbirşey. İnsanın bu dünyada yeteri kadar maddi kaynağı sözkonusu ise artık bazı şeyler bir yük olma noktasına geçiyor. Yorulmaya başlıyor insan. Ve niye çok fazlası için didiniyorumki sorusu kurcalıyor insanın beynini. İşte tam bu noktada herşeyin geçici olduğunu kavrıyorsun, ve koltuktan kalktığında o koltuğu isteyen hakeden birinin geçmesi yönünde hareket etmeye gayret ediyorsun."
O gün oradan ayrıldığımda şunu anlamıştım ; insanın çalıştığı / çalışacağı ortam bir o kadar önemli.
Orada çalıştığımı merak edenlere cevabım hayır. Zira iş hayatı profesyonellik gereği bazı temel unsurlarda el sıkışamadığımız için kabul etmedim. E birde herşeyin ötesinde bağımlı halde yaşadığımız bazı yaşam standartlarımız, zorunluluklarımız var. Ama bütün bu mecburiyetler olmasa belki kesin orada başlamıştım.
Çünkü hergün o bahçeden yürüyerek yalı içindeki odama geçip  "huzurlu" bir şekilde güne başlama fikri hayal edilenin ötesinde güzel birşey olurdu!  O bahçeden geçerken o bahçeye bana, ben ona karşılıklı bir anlam yükleyecektik çünkü. Odamdaki yüksek tavanlarla benim 1,5 metrelik boyum arasında kimsenin görmediği bir bağ oluşacaktı çünkü. Belki çok stresli olacaktı işim, gereksiz ego tırpanı insanlar olacaktı hayatımda ama boğazla bir gözgöze gelmem herşeyi silip süpürüverecekti kesin. Aldığım duyuma göre de o tatlı & hayat dolu bilge genel müdürleri vefat etmiş. Bildiğim yıllarca orada bulunmuş oldukları ve o genel müdürün huzurlu bir geçmişle (elbet sıkıntıları olmuştur) öbür dünyaya göç ettiği inancımdır. 
Maddi dünyada verilen bu olanakların,manevi zenginliklerle bütünleştiğinde asıl daha bir anlamlı olduğu kanaatini vermiştir bana onunla yaşadığım o sohbet.  Bana o koltuğun aslında bünyesinde çalıştırdığı insanların hayatını güzelleştirmek uğruna varolduğunun altını çizmişti o gün..
 
....  ve o gün başka bir evren paralelinde usta - çırak ilişkisi başlamıştı..
bir bahçe, bir yüksek tavan nelere kadirdi işte.
 
sevgiler
ö.N