Pazar, Ağustos 24

Ağız Tadı

30'lu yaşlarda hala 20'li yaşlardaymışcasına çapraz ilişkiler yaşayan, garip süreçler peşinde koşan insanlar bulunuyor ya buna inanamıyorum. Ama nedense genelde bu çapraz ilişkilerin başlama ve bitiş noktasına karar verenlerin kadınlar olduğunu düşünüyorum.
Düşünün bir.. arkadaşınız var, ilişkisi yeni bitmiş. Başka bir arkadaşınızın ortamına sokuyorsunuz onu.  Ve o ortamda yıllardır bir ilişkisi olan başka bir erkekten etkileniyor. "İstemdışı" (! buraya bir ünlem koyuyorum, çünkü bu konu tartışılır bir konu) o erkek çekim alanına giriyor. Ve BUM!  O erkeğin uzun ilişkisi bir çırpıda bitiveriyor ve bunun adı biz zaten anlaşamıyorduk oluyor.
Şimdi..
Birincisi bir kadın eğer gerçekten istemez ise, laf icabı söylüyorum, dünyanın erkeğine yüz vermez. İstemdışı denmesi ise o kadının istemiyorum ama istiyorumuna bir bahanesidir. Açıklama olarak cümleye başladığı kelimedir. Kendisini inandırmak istemesidir. Karşısındakine (en yakın arkadaşına) takındığı yalandan duygusal tavırdır. Kendisini ve karşısındakini kandırmaktır.
30'lu yaşlarda aşk artık o kadar kandıramaz kadının kalbini. Çünkü kadın artık aklıyla düşünme evresine geçmiştir. Evet belki küçük bir dengesizlik yaşayabilir kısa bir süre. Ama sonrasında düşünmeye başlaması gerekmelidir. Dengelerin bozulması kısa sürecek bir ilişkinin yaratacağı zarardan daha fazladır ve uzun sürelidir.
İkincisi bir kadın istemdışı diyorsa kesin planlı ve hedef odaklı hareket etmektedir. İstediği hedefe kitlenmiştir çoktan yani. Bu durumda tüm organizasyonlar ona göre hayata geçirilir. Hatta eğer grup için hoş karşılanmıyorsa durum, iki tarafta saklar olanı. Gizli yazışmalar, mesajlaşmalar ve buluşmalar. Biraraya gelindiğinde ise sadece arkadaş ayaklarına girilir. Erkeğin ex'i durumları araştırmak üzere grupta tanıdığı diğerlerini arar.  O diğerleri kızı teselli eder.  Planlı davranmasının önünde yatan sorunları görmezden gelmek ya olgunlaşamamaktan gelir yada bir takım şeylere hala özlem duymasından.
Asıl sorun ise bu gibi durumlarda uzun yıllar yıpranmayan dostlukların zedeleniyor olmasıdır. Son derece tanıdığından emin olduğun bir insanın seni bu şekilde şaşırtması şok etkisi yaratabilir, ve bazı şeyler sorgulanmaya başlayabilir. İşte tamda bu noktada dostluklar bir sınavdan geçmektedir. Sinirlere hakim olunup empati kurulabilinirse ne ala.. Ancak tam tersi durumunda kötü sonuçlar doğabiliyor. Anın tadını çıkar mantığının cılkını çıkartan arkadaşlara tavsiyem, herkesin "ağız tadını" bozmadan yaşamaya çalışmaları olacaktır.  Yoksa nahoş bir tadla kim kimi mutlu edebilir, paylaşımlar güzelleşebilir ki, değil mi?!
Olgunlaşmaya müsait değilsenizde çevrenizdeki olgun arkadaşlara bir kulak kabartmakta son derece faydalı olacaktır. Zira onların öngörüleri birçok zedelenmeyi önleyebilecektir. Dengelerin korunmasını sağlayacaktır.
Yoksa herkes kafasına göre takılsa bu dünyanın hali ne olur değil mi???...

O zaman sloganımız şu oluyor ; lütfen yaşımızın orantısında (en azından %80) yaşam yaşayalım, zira her yaşın ayrı bir güzelliği bulunuyor..


sevgiler
ö.N

Pazartesi, Ağustos 18

Ses..Ses..Ses..Ses

Geçenlerde bir link denk geldi face'de. Normalde link tarzı haberleri es geçerim, çok ilgilenmem. Çünkü genelde fuzuli olarak tabir edebileceğimiz şeyler vardır içlerinde. Ama sözkonusu evren veya uzay ise dayanamıyorum.
Hiç düşündünüzmü  uzayda ses var mıdır?
Astronotlar uzaya gittiklerinde ne gibi sesler duyarlar?
Çıplak ses ile konuşma şansımız olsaydı tıpkı dünyadaki gibimi duyardık?
Ben her zaman çok merak etmişimdir. Ve zaman zaman fırsat bulursam internetten de araştırırım. Ses dalgalarının uzay boşluğunda varolamadığını okumuştum bir yerde. Ancak astronotların röportajlarında uzayın hiçte o kadar sessiz olmadığınıda okumuştum. Özellikle GRAVITY filmini izleyince şok olmuştum. Dünya çevresindeki uydu çöpünün her 72 saatte bir yaklaşık 50.000 km 'lik hızla döndüğünü biliyor muydunuz?  Yaşadığımız yerin her bir karışını kirlettiğimiz gibi artık dış çevresini de  mahvediyoruz. Uydulardan boğulmak üzere dünya!!
Neyse teknolojinin bu kadar ilerlemiş olması biz dünya dışına çıkma fırsatı bulamayan insanlar için ideal. Gerçi uzay turizmi kısa bir zaman sonra hayata geçecek. Bu konuda haberleri okuyor ve gündemi takip ediyoruz. Ancak o seyehati gerçekleştirmek imkansız gibi. Düşününki daha henüz dünya üzerinde enfes bir tatil planlaması yapacak bütçeye sahip olamazken aya yolculuk nasıl olsun değil mi? :)  Zaten biz türkler aya gitsek ilk işimiz oraya tüccar kafalı birini göndererek orada iş potansiyeli varmı diye bakmak olur. Sonra karnımız acıkır. Ve mutlak bir döner standı kurarız. E sonra tabi bizim için en önemlisi tuvalet ; birde seyyar abdesthane oldumuydu demeyin keyfimize! Alın size ayda türk versiyonu yaşam :)

Geyik bir tarafa şimdi ..
Sessiz bir ortam bulun kendinize..
Gözlerinizi kapatın...
Ve şunu dinleyin...

http://www.thedailyepic.com/nasa-probes-record-sounds-in-space-and-its-terrify


sevgiler
ö.N

Pazartesi, Ağustos 11

Özel Olan Herkese

"Özenle oğlunun ağzını yüzünü sildi. Belli ki birşeyler yemişti ufaklık.. Sonra acaba altını kirletmişmidir diye düşündü, sonuçta o ufaklıkta bir insan'dı ve pis pis dolaşmayı hiç haketmiyordu. Eğilip baktı, temizdi,yüzü güldü, içi rahatlamış bir şekilde. Karnıda toktu, artık rahatlıkla oturup legolarla oyanayabilirlerdi.
Annesi ile oynamayı seviyordu ufaklık. Çünkü o klasik bir "anne" değildi besbelli. Delilik kapasitesi neredeyse bir çocuk kadar fazla olan bir kadındı o. Özeldi o...
Oğlunu legoları birleştirirken izleyen annede oğlu için "özel" olduğunu düşünüyordu. Zeki ve son derece sevgi dolu bir çocuktu o. İnanılmaz güleryüzlü / pozitif bir erkekti o. O çok özeldi.."
...
"Hem sohbet ediyorlar hemde karşılıklı kahve içeceklerdi. Yorulmuşlardı besbelli ki. Adam kahvesinden ilk yudumunu almıştıki, kahvenin acı tadı canını sıkmıştı, yüzünü buruşturdu. Kadın anında yerinden kalkıp şekeri alıp geldi. Hemen adamın fincanına koyup karıştırdı, yeniden içilmeye hazırdı kahve.. Sonra sevgi dolu bir şekilde elini sıkıp " afiyet olsun aşkım.." dedi. Belli.. yıllar yıllar şahit olmuştu onların birlikteliğine.
Bir an kadın adamın omuzlarına hırkasını koymuştu ; "canım, burada klima fazla çalışıyor, çarpar seni, doktorun dediklerini unutmamalıyız."
Özeldi onlar birbirleri için. Özel bir AŞK'tı onlarınki..."
...
"Ağlamaklıydı telefonda. Hemen anlatmaya başladı telefonda başına gelenleri. Birileri buna görünüşü ile olumsuz yorum yapmıştı. Arkadaşı önce onu ne kadar sevdiğini ve onun nasıl tatlı bir kız olduğunu hatırlattı. Ardından onun en yakın dostu olarak, ona dürüstlüğüne inanıp inanmadığını sordu ve eğer görünüşünde olumsuz birşeyler görecek olsaydı önce kendisinin ona yorum yapacağını iletti büyük bir özenle.
Ortada kafaya takacak hiçbirşey olmadığını söyledi tekrar.. Ve bir hatırlatma yaptı :"Canım sen benim için en ÖZEL dostlarımdan birisin. Bunu biliyorsan yorumlarıma güven, çünkü senin iyiliğini tüm yüreğimle isterim!"
Karşı taraf sakinlemiş, mutlu olmuştu, çünkü onların ÖZEL bir arkadaşlıkları vardı.."

Tüm anlattığım "hikaye" lerde (hikaye diyelim; kimbilir belkide değildir..) birşey dikkatinizi çekti mi ??
Bütün ÖZEL'ler toplanmış sanki..

Evet konumuz Özel olmak ; Özel olduğunu hissetmek / hissettirmek..

Birşeyleri yaparken veya paylaşırken sevdiğimiz insanlara ne kadar özel olduklarını gerçekten hissettirebiliyor muyuz acaba? Ben sanmıyorum.
Türk toplumu, duygularını tüm açıklığı ile paylaşamayan bir insan topluluğu bence. Örnek ; çok uzak bir geçmiş değil (tabii ben benim neslimden bahsediyorum, 75'liyim) babalarımız kendi çocuklarını büyüklerinin yanında candan ve yürekten ve açıkça sevemezlermiş, düşünün..
Kolay kolay "seni seviyorum" diyemiyoruz hiçbir zaman.
Bazen amerika dizi veya sinemalarında iletişim konusundaki sahnelerde dağılıyorum : "seni seviyorum" u o kadar rahat ve günlük kullanıyorlar ki.İmrenmemek mümkün değil! Yatağa gidip uyuyacakları zamanlar bile "seni seviyorum" halindeler. Kimi zaman yuh! dedirtiyorlar gerçi... Hata onların bu gerçekliğine inanamayıp amerikada yaşayan arkadaşlarıma bizzat sorma ihtiyacı bile hissettim. Evet, aynen film ve dizilerdeki gibilermiş, ne 1 eksik ne 1 fazla diyorlar. Burada önemli olan bu duyguyu sevdikleri insanlarla rahat rahat paylaşıyor olmaları, gizlenmeden ; utanmadan ; korkmadan. En azından bu yönlerinin güçlü olduğunu kabul etmeliyiz. Bazen kendimce yukarıda yazdığım tüm düşüncelere ters düşecek başka bir bakışaçısı oluşturuyorum.
Aslında bizler çok derin insan topluluğuyuz. Duygularımızı en derinlerde, derin bir şekilde yaşıyor / yaşatıyoruz. Misal : Anne / Baba, belki "seni seviyorum" demiyor / diyemiyor alışık olmadığı için ; ama çocuğu için canını verirmi düşünmeden , bence verir!
Veya eşine sevgiyle bağlı bir kadın / erkek, belki her zaman "seni seviyorum" demez; ama hasta olduğunda sıcak çorbasından ilacına kadar koştururmu paramparça, bence koşturur!
Yada zorda olduğunu paylaşan arkadaşına elinden geleni yapmaya çalışır mı bir dost, bence yapar!
..yani aslında dillendirmez, ama varlığını hissettirir insanlarız biz Türk'ler..

Ama ben yinede DERİN olmamıza rağmen, benim için ÖZEL olan herkese "SENİ SEVİYORUM" diyorum.

sevgiler
ö.N

Pazartesi, Ağustos 4

Ananemiz Böyle

İçinde fırtınalar kopuyorduda kimselere gösteremiyordu. Kimselere tam anlamıyla neler hissettiğini söyleyemiyordu, çünkü söyleyemezdi. Yaşadıkları ona göre pek bir anlamsızdı. Kısa zamanda gelişen olaylar sanki bir filmin parçasıydı, kendisi içinde değildi. Tüm senaryo ondan bağımsız ilerliyordu sanki. Ama ne acıydı doğrusu, insanın kendi kaderinin bir başkası tarafından çizilmesi ve buna karşılık herhangi birşey yapamaması. Birileri bazı kararlar veriyordu, oda ne kadar karşılık vermek için hazırlanmış olursa olsun hep hazırlıksız yakalanıyordu. Aslında açıklama basitti : kendi çekirdek ailesinde böyle şeyler ne duymuştu nede görmüştü.  Annesi çok usta bir kadındı doğrusu. Bu tip olayları evde konuşturmazdı. Konusu açılırsada üstü kapalı geçilmesini sağlardı. İyimi yapıyordu kötümü şu an kendiside kararını veremedi. Bilse ne değişecekti  onuda bilemedi. Bildiği tek şey sevmiş olmasıydı. Ve severek evlenmiş olmasıydı..
Mutluluk denen şey hemen tükenebilir miydi?   Evlilik denen şey bu kadar basit miydi?
Kahvemizi yudumlarken ona şunu söylediğimi hatırlıyorum : "Üzülmek istiyorsan üzül, ama çabuk toparlanmaya bak. Çünkü o öyle yapmaya başlamış bile."  Elimde mahkeme celbi, yarı pişman yarı kızgın gözlerle ağlamamak için kendini kasan arkadaşım : "O kadar değersizmişim yani!" dedi.
 
Peki bir insan diğer bir insanı nasıl değersiz kılabilirdi?  Bunu hangi cesaretle yapabilirdi?
Bunun için çok uzaklara gitmeye gerek yok. En yakın arkadaşım değersiz kılınmanın en modern halini yaşamaktaydı. Ya haberlerde okuduğumuz şiddet gören kadınlar ve onların çocuklarına ne demeli!!?  Ama bunu arkadaşıma diyemezdim elbet. Hani, şükret haline gibi cümleler yersiz olabilirdi. Ama şimdi yazıyorum. Okumak isterse okuyabilir, çünkü artık geçmişte kaldı bahsedilenler.
Düşünsenize evlendiğiniz adam ile anlaşamıyorsunuz. Anlaşmayı bırakın (anlaşmak için karşı tarafında  insan niteliğini taşıması lazım gelir önce) normal insanca yaşayamaz haldesiniz. Bir çatı altında medeniyetin M'si bulunmadığı gibi, dört duvar arasında yaşananların aslında birer kadın hakları , dahada ötesi insan hakları mahkemelerine aktarılması gereken potansiyel konu niteliğini taşıması içler acısı bir durum aslında. Kimi dayak yiyor, kimi çalışan kadınların ellerinden paraları alınıyor, kimi mobbing (psikolojik baskı) görüyor, kimi bir köle gibi çalıştırılıyor, kimi sapıkça emellere maruz bırakılıyor (çocuk gelin), kimi tarlada çalışıyor sırtında / karnında çocuk, kimi peşkeş çekiliyor ona buna, kimide öldürülüyor.. Ve sonra kadın susuyor..
Niye??
Ananemiz böyle diye.
Anane gereği, evde yaşanılan evde kalır. Bir ara şu cümleyi küçükken duyduğumu hatırlıyorum :
"Kan kusarken, kızılcık şerbeti içtim diyeceksin". Nasıl bir mantık olduğunu varın siz düşünün.
 Ama şurası gerçek. Artık günümüz evliliklerinde böyle bir düşünce biçimi asla yok.  En azından modern & çağdaş evliliklerde. Üstelik kadın artık o kadar sessizde değil. En azından okumuş ve eline ekmeğini almış kadınlar için bunu diyebiliriz. Geçenlerde yüksek sesle tartışan yeni evli bir çift (komşum; duvarlar o kadar inceki, afedersiniz osursanız yan taraf duyacak) arasında geçen dialogdan alıntı bir cümle yazıyorum : "Öküz gibi yatıyorsun evde. İş aramıyorsun. Ama hala erkeğim havaları taslıyorsun ya!"  Şimdi bunun neresi "çağdaş ve modern" dediğinizi duyar gibiyim.. Veya okumuş ve eline ekmeğini almış bir kadının bu üslubu güzelmi diyorsunuz.  Aynı kanıdayım. Doğru. Bu gibi üsluplar öncelikle bir kadın olmasından ötürü yakışmıyor, sonrasında okumuş insan olarak kıt cümleler kurması bir çelişki yaratıyor, üçüncüsü ise ona yapılmasını istemediği birşeyi bir başkasına uygulamak oldukça sığ bir davranış. kapsamına giriyor.  Ama ana temamız bu değil tabii.
Artık kadınların erkeklere karşı tahammülleri azalmaya başladı. Zaman teknoloji zamanı. Zaman kadınında çalışıp eve ekmek getirdiği, hatta bazı durumlarda erkeklerden daha fazla kazandığı zamandır. İşte tamda bu noktada tahammül seviyelerinin azalması ile gerilen sinirler kişileri yanlış kararlar almaya doğru sürükleyebiliyor. İşin özü kayboluyor : Saygı.
Ya dışarıdan gelen başka unsurlardan yada içeride çözüm bulunamayan nedenlerden ilişkiler son buluyor, beraberlikler çabucak bitiyor.
Yıpranma payını daha fazla kadınlar taşıyor bence.
Çünkü kırılgan, doğurgan, fedakar, vefakarız...
 
Ama rabbim kadını işte bu yüzden ÇOĞUL yapmış. Esnekliği sayesinde hayatta kalabilmiş.


sevgiler
ö.N