Millet olarak çok acaibiz. Ne çok seviyoruz kendimizi yüceltmeyi bir diğerini aşağılamayı-horgörmeyi. Varolmayan yetileri varetmeyi, olanı da olmasını istediğimiz şekilde göstermeye çalışmayı.
Bu ara gözüme bazı sahneler fena takılıyor. İster istemez önüme gelen bu konu hakkında evvel zaman içinde de sık sık düşünür, kendi kendime söylenir dururdum. Ancak son yaşadığım olay bu konuyu masaya yatırmama neden olmuştur.
Konu : NEDEN AZARLIYORUZ ?
Yıllar önce, sene 2001. İlk iş deneyimim. Son derece kurumsal bir firma bünyesinde işe başlamışım. Yaklaşık 10 kişinin bulunduğu açık ofis tarzı bir departmandayım. O sene şirket EFQM - kalite ödülüne başvurmuş, inanılmaz bir hazırlık var şirket genelinde. Herkeste bir heyecan, bir stres. Sunumlar , istatistikler havada uçuşuyor. Bende bahtsız bedevi olarak anında departmanın EFQM süreç takip sorumlusu olarak seçilmişim. İş döküman hazırlama noktasına gelince beyler pek bir gönülsüz oluyor nedense. Her hazırlanmış 30 sayfalık sunum, kelimesine kadar tekrar tekrar kontrol ediliyor ve her istatistikteki tüm rakamlar bir bir kontrol ediliyor, sonrasında diğer yatay ilişkideki birimlerle uyuşup uyuşmadığı kıyaslaması yapılıyor. ..falan falan..
Yani kısacası deli bir süreç.
Departman müdürü dünyanın en iyi niyetli insanlarından biri. Fakat tek bir kötü huyu var: sinirli.
Ve sinirlenince bağırarak azarlama özelliğine sahip biri. Departmandaki herkes birkez olsun nasiplenmiş, huyunu biliyor.
O stresli günlerden birgün hazırladığım sunumların yanlış panoya asılmış olmasına deliriyor.
Ve tabii o gün bende nasipleniyorum sinirinden. Departmanın ortasında bana bağırarak konuşuyor ve açık ofis olması nedeniyle herkes dinliyor. Hayatımın en dehşet rezil olma durumlarından birini yaşıyorum. Karşımdaki insan kim , niye bağırma gereksinimi duyuyuyor gibi sorularla boğuşuyorum o bağırırken. Çakılmış kalmış bir vaziyetteyim karşısında. Ne bir mimik, ne bir cevap.. sıfır tepki. Ama içimdeki öfke adeta tsunami dalgaları niteliğinde. Sürekli kabarıp kabarıp beynimdeki sağlıklı düşüncelerin hepsini, sakinliğimin temellerini yıkacak modda kuvvetli dalgalar halinde vuruyor kıyıya. Sinirim yüzüme vurmuş, kıpkırmızıyım. Yüzüm cayır cayır yanıyor. Etraftaki bakışları ta ensemden bile hissedebiliyorum. Normal şartlarda lafa laf söze söz olan ben, agresif bünyeli bir genetik yapıdan gelen ben, gıkımı çıkartamıyorum. Her nasiplenen gibi bende dinliyor ve sonrasında tıpış tıpış yerime oturuyorum. E sonrasını tahmin edersiniz, o hırsla doğru lavabo ve sessiz ağlayış. En nihayetinde yerime geçince herkesin "yazık kıza" bakışları altında ezilmek ise işin en son cabası. Ne çok yorucu birşeymiş.. O gün motivasyon sıfır bende. Gün bitmek bilmiyor. Kimseyle gözgöze gelmemek için başımı o koca "tüplü televizyon" modelli bilgisayar ekranından ayırmıyorum. O derece.
Bütün gece gözümü kırpmıyorum. Kafamdakiler rahat bırakmıyor beni.
Nasıl oluyorda, şahsen tanıyıp bilmediğin, kişiliğinden - çevresinden - aile yapısından bihaber olduğun birine bağırarak azarlayıcı bir konuşma yapabiliyor bu insanlar ?? Ne garip!
Sabah oluyor ve şirketteki mesaime başlıyorum. Müdürümüzde geliyor. Bütün cesaretimi toplayıp ona doğru ilerlemek üzere yerimden kalkıyorum. Terler akıyor sırtımdan. Kafam allak bullak. Yaptığımın farkındamıyım diye merak ediyorum ve avucumu çimdikliyorum. Evet acıyor..
Masasının yanına gidiyorum ve kendisine özel olarak görüşmek istediğimi söylüyorum. Evet dinliyorum deyince, "özel" kelimesinin bir kez daha altını çiziyorum. Toplantı odasına geçiyoruz. O an heyecandan şu cümlenin planlanmadan ağzımdan döküldüğünü hatırlıyorum ilk hamle olarak :
"Sizden bir konuda ricam olacak. Bir daha bana toplum içinde yüksek ses tonu ile konuşmayın lütfen. Belki siz normal şekilde konuşma yetinizi kullanamıyor olabilirsiniz ancak ben normal konuşunca anlayabilecek yaş ve olgunluktayım." ...
Geçenlerde bir arkadaşımla sözleştiğimiz üzere buluşacağımız o mekana gittim. Salaş yerleri severiz çoğu kez. Orası da öyle.. Muhteşem tostları olan bu ufak tefek yerde sürekli çalışan iki garson eleman vardır. Öyle eleman dediğime bakmayın, 13-14 yaşlarında tıfıllar daha. O gün yine her zamanki gibi sözleştiğimiz zamandan önce davranarak erkenden damlamışım oraya. Hava nasıl güzel. Önümde boğaz, pırıl pırıl. Denizin mis gibi kokusu. Keyfim acaip gıcır. Çocuklardan biri fırladı geldi yanıma. Dedim her zamankinden. Fırladı gitti tekrar siparişi vermeye.
Tam birşeyler karalayacağım, dışarıdan bir bağırma , bir azarlama sesi. Kafamı bir kaldırdım, mekan sahibi diğer tıfıla bir fırça kayıyorki, aman allahım. Sinirden şah damarı kabarmış, el kol gerilmiş. Hatta sanki o sinirin sonu bir-iki şamara doğruda ilerliyor. Kendimi nasıl sıkıyorum belli değil. Karışma kızım diyorum bana. Senin işin değil, karışma..
Derken neden sonra kendimi mekan sahibinin yanında buldum. Bir an için aniden o sinirli kişi gitmiş, yerine son derece sakin, yumuşak biri gelivermişti. Buyrun'larla hitaplar içinde olan mekan sahibi karşısında sergilediğim sakinliğe ben bile hayran kalmıştım.
"Ekrem bey, sizi tanımasam son derece kaba, iş bilmeyen, üslup tanımayan biri olduğunuzu iddia edeceğim şu tavrınızla (!) Sizce karşınızdaki bu delikanlı genç konu her ne ise azarlamadan anlayamayacak kadar aciz midir?? Ben sizin yerinizde olsam böyle müşteriler önünde gayet sığ davranışlarla tanınmak istemem.. Şimdi müsadenizle elemanınızın istifa ettiğini size bildireyim. Kendisi yeni bir iş bulmuş olup, en kısa sürede orada çalışmaya başlayacaktır." dedim ve genci kolundan çekip ilerlerken, "sahi siparişimi iptal edin lütfen, çünkü istemiyorum artık!" demeyi unutmadım. Sonra arkadaşımla telefonlaşıp başka bir yerde buluştuk. Yanımda da genç.
Bu iki hikaye arasında tam 13 sene var. Ama insanlarımızın yapısal olarak hala bir gram değişmediğini görüyorum. Hala düşünmeden konuşuyor, hala soluklanmadan deliler gibi bağrınıyoruz. Kabul ; ülkemizin sunduğu şartlar pekte sakin olunacak konumda değil. Herkes geçim derdinde. Herkes stres içinde gelecek kaygısı pençesinde. Ama bütün bunlar insanın insana davranışını bu kadar düşüncesizce yapmasını gerektirmez, öyle değil mi?!
Babamın bir lafı vardır : "Sinirine hakim olabilmek için önce bir kaç kere yutkunmak için zaman bırak kendine ve içinden saymaya başla. Göreceksin işe yarayacak."
İşe yarıyor inanın.
Her zaman sakin kalabilmeniz dileğiyle.
PS : O 13 yaşındaki genci tanıdık bir araç yıkama istasyonuna teslim ettik. Hala orada çalışmakta.
sevgiler
ö.N