Pazar, Mart 30

Bulantı

"Benim bildiğim nesnelerin insana dokunmaması gerekir. Çünkü canlı değillerdir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koyarız. Onlar sadece yararlıdır. Oysa bana dokunuyorlar... Geçen gece deniz kıyısında, çakıl taşını elime aldığım zaman ne duyduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. İçim bayılır gibi olmuştu. Bu duygunun çakıl taşından geldiğinden kuşkum yok... ellerde duyulan bir çeşit bulantı bu."

"Yüzümün yansısı bu. Yapacak işim olmadığı günlerde onu seyreder dururum. Gördüğüm bu yüzden, hiçbir şey anlamıyorum. Başkalarının yüzleri bir anlam taşıyor. Benimki öyle değil. Güzel mi yoksa çirkin mi, bunu bile söyleyemem. Çirkin galiba. Çünkü böyle olduğunu söylediler. Bana dokunan bu değil. Yüzüme böyle nitelikler verilebilmesine şaşırıyorum aslında. Bir toprak parçasına ya da bir kayaya güzel ya da çirkin demek gibi bir şey bu." 

"Nakarat birazdan başlayacak. Bu nakaratı ve dik kayalıkların denize uzanışı gibi ansızın ortaya çıkışını seviyorum asıl. Henüz sıra cazın; melodi yok, notalar var yalnız; binlerce küçük titreyiş. Durup dinlenmiyorlar; eğilip bükülmez bir düzen onları ortaya çıkarıyor ve yok ediyor. Toparlanmalarına, kendileri için varoluşmalarına zaman bırakmıyor. Onları durdurmak isterdim. Ama birini durdursam, elimde yavaş ve kötü bir sesten başka bir şey kalmayacağını biliyorum. Ölümlerine katlanmam gerek, hatta istemem gerekiyor bunu... Birkaç saniye kaldı, zenci kadın şarkıya başlayacak... Bir yığın notanın önceden ölerek onun ortaya çıkışını hazırlaması hoşuma gidiyor... Sonuncu akor bitti. Ardından gelen sessizlik boyunca bir şeyin gerçekleştiğini, bir şeylerin olduğunu iyiden iyiye duyuyorum. Sessizlik... "            
 
"Çevreme kaygılı gözlerle baktım, şimdiden başka bir şey yoktu. Şimdilerin içinde kabuk bağlamış, hafif ve sağlam mobilyalar; bir masa, bir yatak, bir aynalı dolap ve ben. Şimdinin gerçek özü kendini açığa vuruyordu. Şimdi var olandı, şimdi olmayan hiçbir şey varoluşmuyordu. Geçmiş var olan bir şey değildi." 

"İnsan yaşadımı hiçbir şey başına gelmez. Dekorlar değişir, kişiler girer kişiler çıkar. Görüntüler değişir yalnız...   Başlangıçlar da yoktur ; günler anlamsız bir biçimde birbirine eklenir durur. Sonu gelmez, tekdüze bir hesap çizelgesidir bu. İnsan hiçbir zaman bir kadını, bir dostu, bir şehir bir kez bırakıp gitmez."

(Jean Paul Sartre - Alıntılar)

Uzun uzun düşünmek için kaçıyorum...



sevgiler
ö.N

Cuma, Mart 21

Su ile İlk Karşılaşma

Eğlenceli bir akşam olduğunu düşündü içkisinden yudumlarken.  Arkadaşları ile birlikte çıkmayı, eğlenmeyi seviyordu.  Hala 20'li yaşlarında olduğu kadar kıpır kıpır, heyecanı seven, kimseyi umursamadığı yaşlardaydı.  Kendisine bakmayı seviyor, her daim fit olmak için ne gerekiyor ise onu yapmayı bir alışkanlık olarak edinmeyi becermişti. Yüzünde azda olsa kırışıklıklar vardı, ama onları da seviyordu belliki.  Loş ışıklı masalardan birinde oturmuş, yediği muhteşem leziz yemekleri, yudumlamakta olduğu içkisi eşliğinde taçlandırmaktaydı. Arkadaşlarının ordan burdan anlattıkları konulara hafif çakır keyfi kahkahaları ile eşlik ederken, arada karanlık içerisinde göz göze geldiği insanlarıda es geçmiyordu.  Es geçemezdi çünkü onun en hassas olduğu şey gözlerdi.. görmekti.
Kalabalık içinde dans edenler, birbirine kur yapanlar, sarhoş olanlar yüksek müzik eşliğinde silik gelmişti ona bir an. Zaten lazerler onu oldukça yormuştu. İçkisinin bittiğini farketti. Bara gidip kendisi almak istedi.  Yerinden kalkıp oraya doğru ilerledi insan kalabalığını yararak.  Yanaşmak mümkün değildi. Bir an bunaldığını hissetti. Ne yapıyorum ben burda diye sordu kendi kendine. Sonra bir şekilde fikir değiştirip tuvalete yöneldi. Tam adımını atacaktı ki önünde dikilen bir adam olduğunu farketti. Pardon dercesine bakış attı, ama adam sanki mıhlanmıştı olduğu yerde ve ağzından tek kelime çıkmıyordu. Boyuda uzundu elemanın. Karanlıktada doğru düzgün seçemiyordu yüzünü.
"Pardon!! Geçebilir miyim?!" diyerek bağırdı.
Eleman son derece sakin bir şekilde cebinden bir kağıt parçası çıkarıp eline tutuşturdu ve aniden önünden çekilerek kalabalığın arasında kayboldu. Ne diyeceğini bilememiş bir halde elindeki kağıda bakakaldı. Karanlıktı, kalabalıktı.. Herşey öylece fazlaydı.
Kağıdı cebine koydu...

Güneş  ışığı yakıyordu yüzünü. Uyanmamış olmasına rağmen hissediyordu güneşi.
Telefonunun çalmasıyla gözlerini açtı.
"Nerdesin sen ya?!?!  Kahvaltıya bekliyoruz seni hadi, aşağıdayız.."
Tamamen unutmuştu kahvaltıyı. Kafa bir dünya gelmişti akşam eve. Hemen kalktı, duş alıp aşağı indi. Kızlar toplandık modunda bir kahvaltı yapıldı. Akşamın ve akabinde devam eden gecenin detayları yatırıldı masaya bir bir.  Ama nedense onun pek keyfi yoktu..
Portakal suyunu yudumlarken birden aklına eline şıkıştırılan kağıt geldi. Nasıl unutmuştu onu?!? Bardağı masaya koyup birden yerinden fırladı. 
Kızlar duruma şaşkın bir halde bakakalmışlardı arkasından.
Odaya girdi. Dünkü kıyafetlerini yerden topladı. Ceplerini kurcaladı. Kağıdı bulmuştu sonunda.
Hemen koltuğuna oturdu ve kağıdı açtı.  Buda neydi şimdi?!?!?
Bu kendisinin kara kalemle çizilmiş bir portresiydi.  Şaşkınlıktan dilini yutacaktı. 
Biri ona şaka yapıyor diye düşündü. Ama şaka yapmak için oldukça garip bir yol olduğunuda düşünmeden edemedi.  Tam o sırada kapı çaldı.  Bir telaşlandı sanki gizli birşeyler yapıyormuş gibi. Kendini toparlayıp kapıyı açmaya gitti. En yakın arkadaşı Meltem duruyordu karşısında. 
"Kızım noluyor ya?!?  Pat diye kalktın gittin!  Noldu?  Birşey mi var?" diyerek içeri girdi.
Meltem'in elinden tutup odaya sürükledi.. Ve kağıdı gösterdi, akşam olanları anlattı. İkiside şaşkın şakın birbirlerine baktılar. Ama Meltem'in henüz bilmediği en önemli  ayrıntı ise şuydu ; o karakalem portrenin aynısı kendisinde de olmasıydı. Henüz daha gençken Hollanda'ya yaptıkları bir sınıf gezisinde kara kalem çalışması yapan sanatçıların birine kendi portresini çizdirmişti. Ve aynı bu portredendi.. Meltem hemen işin "magazinsel" boyutuna geçerek çocuğun nasıl bir tip olduğunu sordu kikirdeme - flirtümsü bir tavırla.  Ve akabinde gelen tüm love story içeren senaryolar ise işin ayrı bir boyutuydu.  Meltem'i severdi, ona birçok kere "hayatını" borçlanmıştı ama yinede bu halleri bazen çekilmez ötesi olabiliyordu. Ancak şu an Meltem'in sesi hiç tırmalamıyordu onu. Çünkü olayın tesadüf noktasının cazibesi sarmıştı çoktan. Kimdi?  Bu portre nasıl onda olabilirdi?   O kalabalık ve karanlıkta kendisini nasıl bulmuştu ?   Acaba takip mi etmişti ?  Ama niye ?  Kim?
Birden kafası fazla dolmuştu sanki.  Bir an artık Meltem'in sesini duyar hale gelmişti.  Meltem ona sesleniyordu.. 
"Su!?  Su!  Sana diyorum aloooo??"
"Hı.. efendim?  Meltem, galiba benim bugün biraz dinlenmeye ihtiyacım var. Hadi sen kızları yalnız bırakma. Aşağı in.  Araşırız." dedi.  Ama aslında o çocuğu hatırlamak için inzivaya çekilme kararı almıştı. Onu hatırlamalı ve ona nasıl ulaşacağını düşünmeliydi.

....


ö.N

Pazartesi, Mart 17

BAZEN

Geçenlerde yazılarımı kontrol ediyorum. Eski yazdıklarım geliyor önüme parça parça. Okumak hoşuma gidiyor. Eskilerden bir yudum; bazen yudum yudum bir bardak, bazende kana kana içiyorum onları. Farkediyorumki ya dünya işlerinden ya insan olmaktan ya hislerden yada adaletsizlikten bahsetmişim. Yada özlemlerimden.
Ama bir unsur batıyor gözüme.  Ne çok BAZEN demişim..
Neden BAZEN'i kullanıyoruz diye  bir merak uyandı bende.
 
Şöyle bir düşündümki, ben  BAZEN'ci bir insanırım sanırım.  Terazi burcu olmamdan ötürümüdür bilemem, ama ruhumun çok gezenti olduğunu bilirim. Ruhum hislerime aşık ve onun peşinde sürüklenir bayağı. Bu durumda da bu gezilerde ruhumu ifade etmek istediğimde, ifadesizliğimin sonucu BAZEN'i çok kullanırım. Genelde ruhumun  isteyipte yapamadığı zamansızlıkta nasıl hissettiğini bilemediğinde kullandığımı görüyorum.
Seviyorum BAZEN'i galiba.
Üzerimdeki dengesizliğin başlığı aslında.
Dengesizliğin dengesini sağladığım zamanlarda da çok ihtiyacım oluyor bu kelimeye. 
Bünyem tekdüze yaşamaktan sıkıldığında  hayallere sığınıyor çoğu kez. Tipik bir terazi vakası yani.

Bazen; hem çok anlatılası şeylere çok iyi başlangıç oluyor, hemde çok anlatılası olupta gerek duymadığın noktada tek kelimelik yeterli bir hazine. Kimi zaman kendiniz kadar yakın birine birşeyler anlatmak istediğinizde keşke'ye kardeş anlamda kullanırsınız. Kimi zamanda kendinize bazı gerçekleri fısıldadığınızda duymak istediğinizdir; yumuşak geçişi sağlayandır. Acımasız olduğunuzu hissedip sonra kendinizden özür dilemek mantığıyla başladığınız cümledir.
Ama her ne olursa olsun BAZEN monologun parçası bazende diaologtan doğan bir paragraftır.
Tüm olasılıkların hesaplandığı bir hesap cetvelidir. Çarpım tablosu yani.  Birbirine çarpılan bölünen çıkarılıp toplanandan sonra alınmak istenen net cevaba götürendir.
Kullanmaya alıştıktan sonra asla lugatınızdan bırakamadığınızdır BAZEN.  Umut ettiklerinizin gerçekleşmesinde sihirli değneği olduğunu ve onların hepsini size getireceğini sandığınız, hatta bildiğinizdir. Hayat içinde sizi sinir etmek isteyenler vardır; zaman zaman kah bir laf kah bir söz ile hamle yaparlar. İşte onlara cevap olarak iletmek istediğiniz mesajı taşıyan cümlenin kaptanıdır BAZEN. Hem güçlü bir kalkanı olan hemde bir o kadar mütevazi bir iletisi olandır.  Sizi asil kılabileceği gibi tamamen çıplakta bırakabilir.

Ben genelde BAZEN'li cümlelerde bir limana sığınmış gibi hisseder, sonra yeniden yelken açmak için BAZEN'le harekete geçerim. Her iki türde de görevi aslında yanımda olmaktır.
 
Çünkü bunca şeyden sonra kısaca özetlemek gerekirse kendileri her şekilde benim yol arkadaşımdır..
 
Bazen bunu kendime itiraf etmeyi bilirim.
 
sevgiler
ö.N

Pazartesi, Mart 10

Düşeş & Şeşi Beş

Geçip giden zaman içinde yaşadığımız çarpışmalardan haberiniz oluyor mu hiç? 
Tıpkı iki zarın yere fırlatıldıkları andan itibaren hesapsızca birbirlerine & yere çarparak bir sayı oluşturması gibi, bizlerde birbirimize çarparız hesapsızca ama bir amaç uğruna.  Belki o an değil, fakat sonrasında bir anlam  ifade edebilir çoğu kez.  Kimimiz bu çarpışmaların birer anlam taşıdığının farkına varır, kıymetlerini biliriz. Ve kendimize düşen payları dağıtırız hayatımıza dilim dilim. Ama kimimiz varki, boş geldiği hayata boş geçirmeye meyillidir zamanını, hayatını. Farketmez bile çarpıştığı insanları ve onların hayatına getirebilecek etkileri. Veya egosu fazlaca yüksek olduğundan gururuna yediremez o insanların hayatına sağlayacağı etkileri görmeyi. Çünkü çarpışmanın etkisini görmek demek karşındaki insanı gerçekten görebilmek, onun seviyesine inebilmek & çıkabilmek demektir. İnebilmek ifadesini de kullandım, çünkü bana göre insanoğlunun her birinin bir diğerine göre en yüksek değerde olduğunu varsayıyorum. Ve yaratılışlarına göre en mükemmel olduklarını düşünüyorum. Bu sınıf & tip & statü & backround gözetmeksizin, salt kılçıksız insan olarak bakmak demektir.
Hepimiz dünyaya gelirken her ne kadar kodlarımız ile gelsekte, hayata 0 başlıyoruz. Ve eşit bir şekilde dünyada yaşamaya hak kazanıyoruz. O halde bu mucizenin eşit bir değeri olmalı insanoğlu adına..
 
Peki çarpışmalarımız ne derece şiddetli olabiliyor ?
Bu durum çarpan ve çarpılana göre artı içerdiği konuya göre değişiklik gösterebilir. Ama hayatınızda kalıcı izler bırakan şiddetlere sahip olduğunu iddia edebilirim.
 
Misal bir arkadaşım var ; çok iyi gitar çalar.
Günün birinde bir muhabbet esnasında  gitara başlatan sebebi sordum.  Küçükken ağabeyinin bir arkadaşı varmış ve buluştuklarında amatörce gitarını tıngırdatırmış. Önceleri entsrümanı merak eden arkadaşım, zaman içinde ağabeyinin arkadaşı ile daha fazla zaman geçirerek çalmayada merak sarmış. Çaldığı gitarın oldukça eski olduğunu düşünürmüş her defasında. Neden değiştirip yeni bir gitar almadığını sormuş birgün merak edip. Gitarın üstünde "El sonido de mi corazón" diye bir yazı varmış. Ağabeyinin arkadaşı gitarın onun için bir anlam taşıdığını ve bir anısı olduğunu söylemiş.  
İleriki bir tarihte arkadaşım arkadaşları ile birlikte gerçekleştirdiği bir yurtdışı seyehatinde (İspanya) sokakta gitar çalan 75 yaşlarında yaşlı bir çingene  amca ile karşılaşmış. Mevzu bahis gitar çalmak olunca dünya üzerinde en'lerin bulunduğu yegane ülke olan İspanya'da uzayan müzikli sohbetlerden birinde bu yaşlı amcanın çaldığı gitarın üstünde "El sonido de mi corazón" yazdığını farketmiş. Sonra sohbet koyulaşınca ortaya çıkan tablodan dili tutulmuş resmen.. 
Gitar çalmayı öğreten ağabeyinin arkadaşıda yıllar önce böyle bir ispanya tatili gerçekleştirmiş. Ve bu gitarı çalan amca ile yolları kesişmiş, gitar çalma & öğrenme aşkı ile yaşanan bir sohbet birlikteliği.. Fakat sonra beklenmedik bir şekilde adamın kızına aşık olmuş. Gençlik işte... Ancak gerçekler ile yüzleşmek durumunda kaldığı için geri dönmek durumunda kalmış. Gitmeden önce kızının aşk acısı içinde olması nedeniyle ona kendi gitarını hediye etmiş yaşlı amca. Kızının nerde olduğunu merak etmiş bizimki ; yaşlı amca evlendiğini ve 3 çocuğu olduğunu ve çingene dansçısı olarak çalıştığını anlatmış. Arkadaşım fotoğraf makinesini kaptığı gibi soluğu İspanyol kadının yanında almış, kendini tanıtmış..
Türkiye'ye döndüğünde gitarı öğrendiği ağabeyi ile buluşmuş. Ve ona bir resim uzatmış. İspanyol Aşk'ının resmi..
 
Buna benzer onbinlerce hikayeler çıkar silkelersek eğer çarpışmalarımızı. Sizde düşünün bir geçmişinizi göreceksiniz neler çıkacak.
Hayatımızda etki yaratan, yaratmaya neden olan herşey bize sağlanan bir yarardır. Boşuna olmayan bu buluşmalar o gün olmasa bile ileriki yaşamımızda yarar sağlayacak bilgi - duygu birikimine neden olacaktır.
 
O halde  her çarpıştığımız olay & kişi bazen  düşeş bazen de şeşi beş diyebilir miyiz ... :)
 
Çarptıklarınıza dikkat etmeniz dileğiyle
 
sevgiler
ö.N



Pazartesi, Mart 3

Sıyırıp Geçti

İsmi lazım olmayan bir gazetenin son sayfasında bugün küçük haber niteliğinde yazılmış bir haber vardı :
Sıyırıp Geçti
Dünya bir hafta içinde ikinci kez kozmik bir felaketten kurtuldu. Yaklaşık 270 m'lik çapa sahip bir göktaşı  dün sabaha karşı dün sabaha karşı Dünya'yı sıyırıp geçti.  16 şubat'ta  46 m çapındaki 2012 DA14 göktaşı da tehlikeli bir biçimde Dünya'ya yaklaşmış. Yerin 27.000 km üzerinden geçip gitmişti. Astronomların 2000 EM26 adını verdikleri göktaşı, dün sabah Dünya'nın 2,6 milyon km yakınından geçti.
Bu haberi okuyunca, bu habere gelene kadar okuduğum ve sinirlendiğim tüm haberler birdenbire gözümde küçük ve gereksiz haber niteliğini alıvermişti bir anda. Bu küçücük haber gazeteye göre çok ufak ve ilgi çekici gelmemiş olabilirdi, ama bana göre kesinlikle insanlık için çok önem taşıyan bir haber!  Düşünsenize evrende sayısız belirsiz birçok tehlike arz eden olay ve cisim var. Ne zaman nereden ne geleceği belli olmayan bir gezegende yaşıyoruz. Ve yaşadığımız gezegen, sistemin içerisinde bir pirinç tanesi kadar yer aldığımızı taahhül edecek olursak, aslında ne kadar savunmasız bir şekilde allaha emanet yaşadığımızı anlamak zor olmaz.
Geçenlerde boş vaktimin olduğu bir zamanda seyretmekten ve öğrenmekten zevk aldığım kanalı açtım. Konu : Göktaşları idi.  Uzay ve Uzayın Bilimleri favori ilgi alanımdır.  Zaman zaman göktaşları gezegenimize çarpıyor ve çarpmaya devam edecek.  50 m çapındaki bir göktaşı bulunduğunuz yerin bir bölümüne zarar verirken ; 250-400 m çapındaki bir göktaşı bir şehrin veya bölgenin tamamını yok edebilirken (verilen örnek ABD'de Colorado eyaleti idi),  10 km çapındaki bir göktaşı ise dünyadaki yaşama son verebiliyor imiş. Walter Alverez savunduğu teoride, 65 milyon yıl önce dünya üzerinde yaşayan dinozorların, 10 km çapında bir göktaşının saatte 54.000 km hızla Meksika'nın Yukatan Yarımadası açıklarında Dünya'ya çarpmış olmasından ötürü yokolduklarını belirtmiştir. Ve bu teori 85 -90'lı yıllardan itibaren kabul görmüş bir teoridir.
Normalde 10 km , mesafe olarak bakıldığında bugün   Mecidiyeköy - Tarabya arası kadardır. Sanki göze fazla gelmiyor gibi değil mi?  Ancak dünyaya çarpma hızıyla beraber 600 m derinliğinde bir krater oluşur ; çarpma anında ise 65 bin atom bombası miktarında bir enerji açığa çıkarmış.
Şimdi olaya böyle bakınca o göze fazla gelmeyen mesafenin ne kadar da önem arz ettiğini anlıyor insan. Bütün bu bilgilerle birlikte günümüz gerçekleri olarak uğraştığımız HERŞEY o kadar anlamsızlaşıveriyorki!  
Düşünsenize içinde bulunduğumuz dünya durumunu bir : Ülkelerin bir çoğunda ayaklanmalar, savaşlar.. İnsanlar birbirini öldürüyor. Dünya'nın tüm varlığını sömürmekle uğraşıyoruz. Para tüm ihtişamıyla egemenliğini  sürüyor. Bir kağıt parçası aslında baktığında.
Sürekli daha fazlasını istemekten kendi kendimizi herhangi bir göktaşına gerek kalmadan bitireceğiz neredeyse. 
Ne kadar anlamsız halbuki tüm bu "uğraşılar" gökyüzünden gelecek olan bir göktaşının dünyadaki yaşamı biranda yoketme ihtimali karşısında. 
Boşuna ego savaşları ; Boşuna kapitalizt yaklaşım ..

Çünkü eğerki çarpacak olursa  hepimiz bir şekilde tükeniyor olacağız zaten; yani eşitleneceğiz!
O nokta da kapitalizm bize ne fayda sağlayabilir ki ???

İşte size 15.02.2013'te Rusya'ya düşen küçük bir göktaşının düşüş anı..

 
 
sevgiler
ö.N