Pazartesi, Şubat 24

Hayır Olsun

Hergün bir sıkıntı bir bunalmışlık yüklüyse üzerinizde, sabah yataktan kalkmak istemezsiniz. Velevki kalktınız, sokağa çıktığınızda ise bırakın insanları, dünyanın kendisi fazla gelir size.  Aynı sokaklar, aynı mekanlar, aynı insanlar.. hatta adımlarınızın temposu bile aynıdır artık. Netice: ezbere  bir hayatta yaşadığınızı düşünürsünüz. Konuşmak istemezsiniz artık, sanki kelimelere ihtiyaç yokmuş gibi. Fazla emek sarfetmek gibi gelir yapılan dialoglar. İnsanların beyinlerinin ve kalplerinin önü ve arkası artık o kadar şeffaf haldedir ki, miğdeniz bulanır hale gelir çiğliklerden. İstemez hale gelirsiniz etrafınızda insan. Sürekli büyüyen mutsuzluk içinizi kaplar, kıpırdamaz hale sokar sizi. Bir çaresizlik hissi, özgüveninizin erimesine neden olmaya başlamıştır yavaş yavaş. Ne geçmiş nede gelecek ile uğraşırsınız. Uzayın boşluğunda uzay aracından kopmuş bir astronot gibisinizdir artık; zamanın kölesi olmuş ama bir o kadarda zamandan bağımsız bir haldesinizdir. Yalnızlık hissi sizin en yakın arkadaşınız oluvermiştir. Ona sığınırsınız hayattan her kaçışınızda.. Bahaneniz olur artık.

Hiç yaşadınız mı bu yazılanları ?

Elbette diyenleri duyuyor gibiyim.. Yada olaya tanıdık şaşkın bakışlara eşlik eden bir tebessümü görüyor gibiyim.

Biz insanız. Ve duygularımızda arada hastalanır, son derece normal. Buna halk arasında bunalım denir.  Psikoloji dilinde ise depresyon.  Kimi zaman ayrı ayrı belirtiler halinde yaşarız, kimi zaman ise hepsini birden toptan. Ama yaşarız!   Yaşadığınız hayat içinde mutlaka bir veya birkaç dönemimiz olur bu şekil. Önemli olan ne sıklıkta hangi seviyede yaşadığımızdır. Kimi hallere müdehale edilmemesi uygun iken, kimisine mutlak bir müdehale gerekir. Çünkü bu bunalımın en ağırı, insanın  hayatı tamamen anlamsızlaştırdığı andan ibarettir. Peki nedir bu ?
Hayatın anlamsızlaşması demek varlığınızın bir anlam ifade etmediğini anlamış olmanız demektir. Aslında bir gerçektir aynı zamanda. Bunu farkeden ve bu gerçekle yaşayan insanlar hayatın gerçeğini kavramış insanlardır. Ve geneldede zaten bu dünyada daha fazla kalmayı tercih etmezler.
Ama bizim konumuz elbet bu nokta değil. Çünkü o nokta bence girilmemesi gereken çok derin bir nokta.  Biz arada şifayı kapabilecek olan duygularımız hakkında konuşuyoruz bugün. Yani aslında duyguların o ağırlığı arada şifayı kapmış olacağı gibi , bazende yakın gelecekte olacak olan bazı kötü olayların habercisi de olabilir.. Bir sinyal görevi edinirler. Duymuşsunuzdur çoğu kez :
"İçimde bir sıkıntı var, hayır olsun" cümlesini, değil mi?
Sizi olacak olana hazırlamaktadırlar aslında. Bunalım dediğimiz şeyin kısa sürelisi buna tekamül edebilmektedir.
Şu an anlıyorumki, duygularımız hastalandığında onu her şekilde dinlemek gerekir.
Kulak vermek gerekir.   Nitekim hasta halinde bile bir kalkan vazifesi alabilmektedir.

Ama bunalımın hafifi insana iyi gelir düşüncesindeyim. Çünkü bazı nedenleri sorgulamak için o küçük esintilerde uçuşmak lazım gelir. Bırakın o hafif bunalım rüzgarlarınız essin; çare aramaya çalışmayın. Duygularınız şifasını bulduğunda bağışıklığı artsın diye biraz kendi haline bırakın. İyileşmesi için yüklenmeyin..

Arada bir hayır olsun demeyi bilin..

sevgiler

ö.N





Pazartesi, Şubat 10

Rastlantı

Sabah halletmem gereken bir iş vardı. Alelacele evden çıktım. Hava lodos. Tertemiz bir gökyüzü. Erkenden varmışım gitmem gereken yere. Hala açılmamışlar. Etrafı hiç bilmiyorum.. Biraz dolanıp en azından tost yiyebilecek bir yer bulurum ümidiyle bakınıyorum etrafa.  Yaşlı bir teyze ağacın birine eliyle dayanmış bekliyor. İlgimi çekiyor. Teyzenin yanına yaklaşıyorum. Genelde bu gibi durumlara asla kayıtsız kalamam. O durumu görüp umursamazcasına geçip giden kayıp insanlardan olmama tercihimi her defasında kullanıyorum. Yaklaşıp yanına nasıl olduğunu soruyorum.  Sol eliyle kalbini tutuyor, ağır ağır nefes alıyor.  Anlıyorumki bir sıkıntı var. Soluklanmak istediğini söylüyor. Metrobüsten yeni indiğini ve oturacak yer bulamadığını anlatıyor. Hemen koluna giriyorum. Benimle gelmesini söylüyorum ona. Önce bir gelmek istemiyor. Sonuçta beni tanımıyor ve sabahın o saatinde tenha bir bölgede yanına yaklaşan biri her tür kötülüğü yapabilir. Hemen oracıkta yüzüme bakıyor. Nasıl nur bir yüzü var, anlatamam. Tertemiz ve aydınlık.. Gözleri renkli , yeşil kahve karşımı.. Pamuk yüzlü adeta.. İnsan yüzünde kayboluyor derin çizgileri takip ederken, acaba nasıl bir geçmişte yaşadı düşüncesinden alamıyor kendini. Sonunda bir şekildede olsa inanmayı tercih ediyor ve giriyor koluma. Beraber yürüyoruz. Sakin ve dingin. Yürürken arada bir benide dikizlediğini farkediyorum. İnandığı için pişman olmasın diye başlıyorum konuşmaya. Anlatıyorum kendimden parça parça. Birşeyler yemek istediğimi söylüyorum ve ona bana katılmasını teklif ediyorum.  Kabul ediyor.. Bir cafeye oturuyoruz. Sokak arasında küçük ama hoş bir yer. Daha cafeye yaklaşır yaklaşmaz cafenin sahibi yanımıza koşuyor telaşlı telaşlı.
"Hayriye Anne!  Noldu hayırdır, neyin var?!?!?"  diye soruyor. Ben ise oracıkta donup kalıyorum. Zaten kaybolduğum o yüz bir tanıdık idi, şimdi de adı ?!  Rahmetli anneannemin adı. Hayriye teyzeyi oturtuyor sandalyeye. Bende arkasından çöküyorum başka birine. Hemen çaylar geliyor masaya. Adam birşeyler yemek isteyip istemediğimi soruyor bana. Ben bir tost istiyorum ; ve tam Hayriye teyzeye soracak iken adam bana bakıp "onu bize bırak ablacığım" diyor. Nasıl olduğunu soruyorum Hayriye teyzeye.  Biraz daha iyi hissettiğini ekliyor ardından. Ben hala yüzüne kitlenmiş onu izlerken, o başlıyor anlatmaya.
" Evladım ben yıllarca çalıştım. Bir fabrikada katibelik yaptım. 3 evladım var, bir kız ve ikiz oğlum. Kızım yurtdışında yaşıyor. Oğullarımda evlendiler kendi hayatlarında. Beyim yıllar önce sizlere ömür. Oğullarım sürekli uğrarlar bana. Torunlarımla vakit geçirmeyi pek severim. Tam 6 tane torunum var.  Eee.. yaş 67. Torunlarla vakit geçirmenin tam zamanı.  Emeklilik sonrası biraz dinlendikten sonra evde oturmaktan sıkılmaya başladım. Komşumun oğlunun bir fotokopi dükkanı var. Dükkanda  yardım eden birine ihtiyaç olduğunu söylemişti 5 sene önce. Oğluna dedimki benimde canım sıkılıyor, ben geleyim. Yazık çocuk pek şaşırdı :)) Kem küm etti, benim yaşlı biri olduğumu yüzüme söyleyemedi. Neyse ama o da bendeki inadı bilmiyordu. Ertesi gün giyindim erkenden Nuri'nin dükkana gittim. Sabah kapıda beni görünce şaşırdı. İçeri davet etti. Çay ikram etti. Sonra biri çağırdı onu dışarıya. Yanında çalışan genç bir delikanlı var. Yeni başlamış işe. Ona bir dosya vermişler çoğaltsın diye.. Yanına geçtim, ona ne yaptığını göstermesini bir istedim, odur budur Nuri oğlumun yanındayım işte. Ama bu sabah bir halsizlik düştü üstüme.. hayırdır inşallah..
Neyse geçti gitti çok şükür.."
Şaşkınlığımın doruğundayım!  Dilim damağım kurumuş bir halde, göğsüm sıkışmış farkındayım ama farkında değilim. Bu kadar olamazlardayım!!   Hayat benimle dalga geçiyor kesin diye düşünürken, yanımıza telaşla yaklaşan bir genç kızı görüyorum.  Yaklaşıyor Hayriye teyzeye "Babaanne?!?  Aklım çıktı yaaa, babam aradı, nasıl geleceğimi bilemedim!!   İyimisin?!? "diye soruyor.  Hayriye teyzenin gözleri parıldıyor onu görünce. Bana torunu olduğunu açıklıyor.  Ama benim halim ise çok vahim tabii.  Hala algılamakta sıkıntı çektiğim bu garip rastlantıyı çözmeye çalışan beynim patlayacak gibi.
Neden mi?
Rahmetli anneannemin adı Hayriye (nur içinde yatsın). Ve aynı ona benziyor!  Heleki gözler!!
3 çocuğu var ; annem ve ikiz dayımlar. Annem - Babam yurtdışında yaşadı.. Anneannem gençliğinde bir fabrikada çalışmış yıllarca. Veee... ve torunu aynı benim gençliğim!!!!!
Bu kadar uyuşma , rastlantı beni bitiriyor o dakika. 
O yaşında bile çalışmaktan gocunmayan bir insan.  Benim rahmetli anneannemde öyleydi..
Ve ne yaptığı nerede çalıştığı hiç önemli olmamış. Sonra esnaftan öğreniyorumki Hayriye teyze hali vakti yerinde olmayan birçok insanında elinden tutmuş.
Allah'ın bazen bize bazı rastlantıları öylesine yaşatmadığına inanıyorum. Zaten genel olarak her yaşantının bir çıkarımı olduğuna inananlardanım. Ve nereden başlasam acaba diye düşünüyorum şimdi..

Belki de gerek yoktur, hm?

sevgiler
ö.N

Pazar, Şubat 2

Gri Coşku

Bugün kaybolmuşum insanların arasına. Nede kolay saklanılası bir hava! 

Gökyüzü benim en sevdiğim hava renginde; grinin binbir renk tonu mevcut. Sanki grinin her tonunu fırçayla dağıtmışlar gibi. Koyu griden başlayan açık griye doğru giden bir renk yelpazesi. Ben bu havalarda kendimi buluyorum ; kendimle başbaşa kalıyorum; daha verimli oluyorum ; daha iyi hissedebiliyorum ; daha iyi beslenebiliyorum.. daha ben olabiliyorum. Hele bu gökyüzü renginde dağlarda olursam demeyin keyfime!  Ben Bursa'lıyım. Uludağ'a gitmişliğim mutlak vardır. Heleki bu gri tonlarını dağlarda ; zirvede yakalamışsam eğer zevkin zirvesinde bulurum kendimi.
O güzelliği tasvir etmem imkansız gibi gelmiştir herzaman. Sanırım onu yaşamaktan, o anın tadını çıkarmaktan öteye geçemeyeceğim hiçbir zaman. Dağlar beni inanılmaz büyülemiştir.
Adeta bir mıknatıs gibi beni kendilerine çekmişlerdir.
Bu sevginin, daha ben küçükken Keles'te (Bursa'nın bir ilçesidir; yaklaşık 60 km uzaklıkta olup, yaylaları ile meşhurdur)  anneannemlerle ve teyzemlerle birlikte dağlara-yaylara kozalak toplamaya gitmemizden kaynaklandığını düşünürüm. Çam kokusunun mis gibi kokusu ciğerlerime daha o zamanlardan işlenmiştir. Hele birde yağmur yağdığı zaman ormanın içinde çamın ve toprağın kokusu birleşir ya, işte o zaman insan olduğunuzu yeniden tanımlarsınız. Hele gri gökyüzü karlı dağlarla buluştuğunda oluşan hafif sisli hava içerisinde çam ağaçlarının dalları karlar içinde adeta birer hayal gibi arada bir görünmesine ne demeli.. Hiç karlı dağlarda çam ormanın içinde yürüme şansınız oldu mu? Büyüsü muhteşemdir. Adeta bir yağlı boya ile yapılmış bir tablo içinde bulunan bir figür gibi hissedersiniz kendinizi..Narnia filminde bir kare vardı : 3 çocuk odada otururlar; çocuklardan biri duvarda asılı yağlı boya tablosuna bakar uzun uzun. Tablo üç boyutlu gibidir, baktıkça derinleşir ve hareketlenir sanki. Çalkantılı bir okyanusta 1800-1900 yıllarında varolan o  devasal büyük yelkenli gemilerden biri bulunmaktadır. Ve birden o gemi gerçekten hareket etmeye başlar, deniz hareketlenir.
Okyanus tablodan dışarıya akmaya başlar. Oda dolmaya doğru ilerler, taki tam dolup son nefeslerini alıp suyun içine dalana kadar. Ve sonra bir ışık görürler; oraya doğru yüzerler. Yüzeye çıktıklarında önlerinde koca bir gemi bulunmaktadır. Tablodaki geminin ta kendisidir o..

Şu an elimden gelse Kanada'ya, o muhteşem dağlara veya İtalya'nın alp dağları eteklerinde veya Japonya'da ki dağlarda bir köye yerleşirdim. Seviyorum dağlı bölgeleri..Dağların bulunduğu şehirleri,ülkeleri..

Farkettiniz mi, gri hava nasılda beni benden alıyor götürüyor uzaklara, hayal alemlerine.. Seviyorum bu havayı. Ekimde doğmuşum; gri havanın bol olduğu günlerin ayıdır. Belki bununda büyük etkisi vardır. Ki doğum öncesi ve sonrası içinde bulunduğunuz her ortam ve şartın kanımıza işlediğine inananlardanımdır. Misal küçük bir erkek tanıyorum. Birgün bir sonbahar gününde parktayız. Hava gri, hafif bir lodos var. Bankta oturuyorum, o küçük erkek yanıma gelip biraz dinlenmek istediğini söyleyip kucağıma uzanıyor. Sonra tepemizde bulunan ağaçları izlemeye başlıyor : "Anne bak!  Yapraklar ne  güzel dans ediyor!" ddiyor ansızın.  Eylül ayı doğumlu, tam yaprakların sararıp dans etmeye başladığı aydır. Böylesine romantik olmasına şaşırmamalı doğrusu.. Etkileşim büyük.
Yüzümde tatlı bir tebessüm ile dönüyorum tekrar kaybolduğum insan kalabalığına.. İzliyorum insanları gizliden gizliden.. Geçiriyorum içimden nede kolay saklanılası birgün diye. 
Kendimle başbaşa kalmayı sevdiğim günlerden bir gün..

sevgiler
ö.N