Cuma, Ekim 31

Evden Çok Uzakta

Günümüzün iç içe geçmiş dünyasında gelişmekte olan pek çok ülkenin en kârlı ihraç kalemi, insan. Yabancı işçiler kaçınılmaz bir takasla yüz yüze kalıyor ve maddi kazanç için, manevi kayıplarla boğuşuyor.
Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE) öğle saati. Filipinler içinse saat 16.00...
Yani, Teresa Cruz'un iki büyük çocuğunun okuldan dönmüş ve onların sorumluluğunu üstlenen teyzelerinin apartman dairesine girmiş olmaları gereken saat. Teresa, Filipinler'den 6 bin 900 kilometre uzakta, BAE'nin nüfusu en yüksek kenti Dubai'de yaşıyor. 39 yaşında. Dubai'de, çok katlı, ışıl ışıl bir AVM'nin bir kanadında, bir giyim mağazasında tezgâhtar. İşi, giysi katlamayı, yazarkasa kullanmayı, fiş-fatura takibini ve içeri giren her müşteriye gülümsemeyi gerektiriyor. Haftanın altı günü ayakta. Cumaları izinli.
Bu demektir ki, Teresa, cuma günü öğle saatinde, 11 yaşındaki kızı ve 8 yaşındaki oğluyla zaman geçirebilir. Teresa yabancı işçi. Memleketinden binlerce kilometre uzakta, ailelerine para göndermelerine olanak veren işlerde çalışan milyonlarca erişkinden biri.
O da sevdiklerine ulaşma işini, diğer yabancı işçilerin kullandığı modern yöntemle yapıyor. Alçak, plastik bir tabureyi, dört kişiyle paylaştığı yatak odasındaki sunta masaya yerleştirilmiş bilgisayara doğru çekiyor. Facebook'a giriyor. Görüntülü sohbet düğmesini tıklıyor. Ekrana yaklaşıyor ve bekliyor.
Onun yanında olduğum bu bekleme saatlerinin ilki. Öğle saati olsa da Teresa hâlâ pijamalı. Ayaklarında tüylü terlikler var. Teresa bu yatak odasında, yine kendisi gibi yıllar önce Filipinler'den ayrılan kocası Luis; biri bebek, diğeriyse üç yaşında olan iki küçük çocukları ve Teresa'yla Luis işteyken çocuklara bakma konusunda o günlerde kimi ikna edebilmişlerse artık, onunla birlikte yaşıyor. (Kişi adları, aileyi olası olumsuz tepkilerden korumak için değiştirilmiştir.) Bu ay yanlarında, BAE'li bir ailede hizmetçi olarak çalıştığı sırada kötü muameleye maruz kaldığı için işini bırakıp kaçan ve Cruz ailesinin döşeğiyle yatak odasının kapısı arasına sığıştırılmış bir şiltede kalan genç bir Filipinli kadın var. Dişleri yeni çıkan bebek huysuzlanıyor. Teresa onu pışpışlayıp susturmaya çalışırken gözlerini bilgisayardan ayırmıyor.
 Sonunda ekranda bir yüz beliriyor. Ama bu yüz kız kardeşine, çocukların teyzesine ait. "Çocuklar henüz eve gelmedi," diyor kardeşi. Nerede olduklarını da bilmiyormuş.
Tagalog dilinde, "Akşam yemeğinden sonra ara," deyip bağlantıyı kesiyor.
Teresa'nın omuzları çöküyor. Kızının Facebook sayfasına geçiyor bu kez de. Oradaki "İlişkisi var" ibaresini gördüğünde şaşkınlık içinde ekrana bakakalıyor. "Belki öylesine işaretlemiştir," diyor sonra. Kızının sevdikleri listesinde Justin Bieber da var. Bir de, çok sayıda takipçisi olan bir Facebook sayfası. Bu sayfadaki takipçiler bir ortak noktaya sahip. Tümünün aile üyelerinden en azından biri, okul kitaplarının parasını ödemek, aile büyüklerinin aç kalmamasını sağlamak, çocuklarını gelecekte bir gün üniversiteye hazırlamak gibi sorumlu bir ebeveynin yapması gereken bazı şeyleri yapabilmenin tek yolunun, ailelerini bırakıp çok uzaklarda iş bulmaktan geçtiğine karar vermiş.
Dubai'de geçirdiğim haftalarda Teresa'yı giderek daha yakından tanıdığım süre içinde, sadece bir kez soğukkanlılığını yitirdiğine tanık oluyorum. Filipinler'de yaşadığı günlerde, on küsur yıl önce başına gelen bir olaydan söz ettiği sırada. Ailesiyle birlikte yaşadığı evin önünde durduğunda, onlarınki hariç, sokaktaki her evde Noel ışıkları olduğunu anlatıyor. "Bizimkindeyse," diyor, "hiç ışık yoktu." Birden çöküyor yüzü ve ağlamaya başlıyor. "Yurtdışı hakkında çok şey duymuştum," diye devam ediyor Teresa. "Yurtdışındayken insanın canı ne isterse onu alabildiğini duymuştum." Yurtdışı ayrı bir ülkeymiş gibi sanki. Altın bilezikler, Colgate diş macunu, konserve et gibi etkileyici şeylerin geldiği yer.
Teresa, on kardeşiyle birlikte, Manila'ya bir saat uzaklıktaki bir ilçede büyümüş. İlçelerindeki taş evler, yurtdışından gelen parayla yapılırmış. "Bizim evimiz ahşaptı. Üstelik de çok eskiydi," diyor. Bir yıl, muson yağmurları sırasında, Teresa'yla kız kardeşinin uyuduğu odanın duvarlarından biri çökmüş. "Noel geldiğinde," diye anlatıyor, "çıkıp, evimizin önünde durdum. Ve 'ilk maaşımla Noel'de evi ışıklarla donatacağım,' diye kendi kendime söz verdim."
İlk maaşını yurtdışında değil, ülkesinde almış.Spor ayakkabı satan bir işyerinden. Liseden henüz mezun olduğu dönemmiş.Evlerinin ahşap duvarlarını taşla yenilemeye gücü yetmemiş. Ama bir sıra renkli ışık alabilmiş parasıyla. Bu ışıkları çiviyle, bir Noel ağacı görüntüsü oluşturacak şekilde evlerine çakmış. "Tek başıma yapmıştım," diyor. "Evin önüne çıktığımda ışıklar yanıyordu. 'Yapabilirim' dedim kendi kendime."
Teresa yurtdışına gitmeyi kaldıracak güce sahip olduğuna işte o akşam karar vermiş.

Cuma, Ekim 24

Yürüyen 1,5 Metre

İnsan zaman içinde olgunlaşıyor kesinlikle. Deneyim kazandıkça, yaralanıp iyileştikçe hangi kelimenin kimin neden söylendiğini, söylenenin hangi amaçtan söylendiğini, konunun nereye bağlanacağı, altında hangi mesajların yattığını anlıyorsun ve buna görede önlem alıyorsun kendince kendi dünyanda.. 
Bir grup arkadaş şakalaşıyorlardı yanımda. Hepsi o kızın görünüşünde birşey bulmuş sallıyordu. Şöyle dönüp gizlice baktım, ne var bu kadar dalga geçecek diye. Aksine kız düzgün. Temiz ve bakımlı.. Diğerlerine baktım şöyle bir, ağzı yüzü bir tarafta kızlı erkekli. Yani dalga geçmeye kalksan onlarda o kadar çok malzeme varki, metrobüs büyükçekmece'ye kadar gitse bile yeterdi.
Kız önce tepki göstermedi, hatta güldü yapılan "esprilere". Ama sonra bir iki üç derken hepsi kakara kikiri. Yüzündeki gülme silinmeye başladı. Ve öfkesini bastırmaya çalıştığı belliydi. Neden sonra ağzından şu kadarı çıkabildi :
"ya nesiniz siz bugün böyle paso eleştiri!!??"
Hepsi bir pustu yavaştan. Bir gerildi sanki ortam. Sonra muhabbet çevrilmeye başka yerlere yönlendirilme çabaları belirdi.
Tanıdık.
Ben eskiden hiç gelemezdim eleştiriye. Şakada olsa kaldıramazdım, hemen tepkimi sert bir şekilde belli ederdim. Bu yüzden benim bulunduğum ortamlarda hiç cıvıklık olmazdı. Hatta bana ciddiyetten ölüceksin birgün diye takılırlardı ciddi ciddi :)  Yaş ilerledikçe insanların eleştirilerine ne kadar dimdik durursam o kadar daha acımasız olduklarını farkettim. Ve sürekli benim kaybettiğimi anladım. Bu durumda zamanla bende bir parça "cıvık" ça bir hale geldim. Esprileri kendim üretir oldum. Ama tabii hala bazı sınırlarım var. Hala o kadar cıvık olmaya niyetim yok.
Hatta çok önem verdiğim birinden öğrendiğim birşeyi uygular oldum :
Onlardan önce sen kendinle dalga geçersen onlara o fırsatı vermemiş olursun!
Çok doğru!
O grup beni benim geçmişime götürmüştü. Üniversite yıllarım.. İlk iş yıllarım..
Yalnız bu anekdotu yazmamda bir neden var aslında benim. "Cıvık" diye tabir ettiğimiz insanların yaptıkları eleştiriler, aslında ilginin onlara yönelmesi durumunda kalacakları dalga durumundan kaçmak için uyguladıkları bir manevra olduğunu çözdüm yıllar içinde.  Yani benim uyguladığım taktiğin bir değişiği diyebiliriz.
Başkalarından önce sen başkalarıyla dalga geçki sen dalga geçilen olma!
İyi ama bunu yapanlar ne kadar çok şeyin kaybolduğunu göremiyorlar.  Bu tarz kişileri zayıf karakter diye tabir etmekte çok doğru olmaz. Zira içlerinde çok sağlam karakterde olupta böyle davrananını çok gördüm.
Buradaki püf nokta asıl şu: Yaradan yaratmış sana ne laf düşer ötesi berisi.. de, bunu anlayacak derinlik bulamazsınız bu insanlarda.
 
Bunu kimmi söylüyor ? 
 
Yürüyen 1,5 metre olarak ben söylüyorum..
 
:)
 
sevgiler
ö.N
 
 

Cuma, Ekim 17

Donmuş Zaman

Gazetede okudum dün sabah.  Kariyer yapmak isteyen kadınlara müthiş imkan başlığı altında. Günümüzde kadınların  artık evlilik - çoul çocuk durumlarında uzak kaldığını, ertelediğini bunun yerine başarı odaklı - kariyer basamaklı bir hayat sürmeyi tercih ettiklerine değinmiş haber.  Tabi tercih meselesi iş olunca bazı önemli adımlarda kadınların hayatında "daha sonra" lara uzuyor.
Ama zamanın acımasızlığı ilşe alakalı bayağı yazı yazmışımdır; her zaman değindiğim gibi ona zaman ayırmazsanız , zaman size asla zaman ayırmaz ve yapmak istediklerinizle sürekli ertelenmiş olursunuz. İşte kadında işe özen gösterdiği noktada zaman orantısızlığını yaratmaya meyilli oluyor. Çünkü biz kadınlarda zaman içinde birçok zaman var.  Misal bedenimizin bir zamanı var, ruhumuzun sürekli değişim gösteren zamanı var, duygularımızın zamanları var... varda var!
Ve herhangi birinde bir erteleme olduğunda diğer zamanlarda da bir aksama  - eksiklik - değişiklik oluyor.
Haberde Facebook ve Apple markaları çalışan kadınlarına doğurmalarını ertelemek için yumurta dondurma ödemesi uygulaması projesine girişmiş.  Yani kariyerinin ortasında doğurmak isteyipte doğurmak için fırsat yaratamayanlara daha ileriki yaşlarda anne olabilmeleri için böyle bir karar almış. İlk bakıldığında "vay be" dedirten bu proje, ne kadar misyonu vizyonu gelişmiş sistemler var dedirtiyor. Ancak sonrasında yukarıda bahsetmiş olduğum ZAMAN kavramlarını düşününce de bir an ürküyor insan ve hiçte efektif bir girişim olmadığına kadar uzuyor insanın düşünceleri. Neden mi ?
E şimdi bir düşünün ;
Kadındaki tüm zamanlar bu projeden dolayı ertelenmiş olacak, ve hiçbir olgu olması gerektiği zamanda yaşanamayacak.
Genç bedende büyüyen bir bebekle ilerlemiş yaştaki bir bedende büyüyen bebek arasında sağlık-gelişim  açısından bir fark olmazmı?
Çocuk ile anne arasındaki yaş farkı fazla olunca nesil çatışmaları hangi boyutta olur? Kopuk iletişim olabilir mi?
İlerleyen yaşlarda insanlar daha sakin ve huzurlu bir dönem arayışı içindeyken, anne olan insan tam bir koşturmaca içine girince psikolojik olarak yetebilir mi?  Psikolojik bir dengesizlik olmaz mı?
Nesil az ve yavaş ilermeye başlamaz mı?
... gibi gibi
 
Ben herşeyin olması gerektiği yaşlarda yaşanabilmesi taraftarıyım.  Çünkü herşey o yaşanması gereken zamanda en olgun kıvamda oluyor. Diğer türlüsü ya bir eksik ya bir fazla oluyor, dengesi şaşmış oluyor.

sevgiler
ö.N

Cuma, Ekim 10

Yakında belli olur

Ülkenin son günlerde yaşadığı durumdan hiç kimse memnun değil. Değişik görüşler içerisinde bulunan insanlar işleri güçleri yokmuş gibi bilip bilmeden fikir söylüyorlar. Köşe yazarları sapıtmış, saçma sapan görüş belirtmek için adeta yarışır haldeler. TV'da yapılan oturumlar, tartışma programları desen içler acısı!  Madem bu kadar fikirleri var ne diye siyasete atılıp oradan millete hizmet için parti çatısı altında yollarına devam etmiyorlar?!   Herkes ipi kendi çıkarlarını koruyacak şekilde bir tarafa çekiştirmeye çalışıyor.  Ama ortada aslında tek bir ip var, memleket dengesi.
Korktuğum şudur ki memleketimdeki bazı dengeler eğer gerçek anlamda kımıldatılırsa, işte o zaman hiç kimsenin ÇIKARLARI korunamaz hale gelecek. Ve bunu kendi başına düşünemeyen binlerce CAHİL insanımız mevcut. Neden?   Kapitalizm yüzünden =  PARA. 
Bunca kan, savaş, ölüm neden yapılıyor sanıyorsunuz?  

Okyanusta büyük balıklar var.  Ve avlandıkları bölge tehdit altına girdiğinde etrafındaki küçük balıklara göz diker. Küçük balıklar da yenmemek için (can korkusu)  ya büyük balıklara yem getirenlerden olur ve sonra kendi yem olur yada yem getirmek için elindeki kozları oynar ve hayatta kalabilmek için zamanını uzatır, ama sonunda yine yem olur.
 
Paranın dünya üzerinde "gelişmekte olan ülkeler" diye tabir ettiği kuklaları mevcut ; asıl krallıklara hizmet verdirdiği. Emperyalizmin kuklaları diyoruz.  Ortalama 50 yıl olarak ömür biçilen petrolün kime ne fayda sağlayacağı ile ilintili ilişkiler ve arada kalanların acınacak halleri ile ilgili herşey.

İyide şunu düşünmek lazım ;

1) Bugün korku yüzünden benliğini satanlar (ülkeler) yarın o benliklerini geri alabilmek için canlarını vermek durumunda kalacaklardır.
 
2)  Ülke çıkarları  =  bireysel çıkarlardır her zaman. Duruşunu sergileyecek toprağın olmazsa, varlığını soyunu sürdürecek bir geleceğin-ülken olmazsa, yaşayacak bir evin - çalışıp para kazanabilecek bir işin - ve en önemlisi çocuklarını yetiştirebilecek güvenli bir ortamın &    vatanın yoksa ; bireysel çıkarlar neye yarar ???
 
3)  Ülkemi sahipsiz veya aciz insan topluluğundan ibaret olarak sayanlar bence yanılırlar. Tarih okumanın tam zamanıdır aslında.  Biraz geçmişe bakmak geleceği görebilmeyi sağlar. O yüzden henüz uyanmamış vatanperverler bir uyanmaya görsün..

Bu yüzden, her türden kesime şunu demek lazım :
 
Parayla imanın kimde olduğu bilinmediği doğru. Ama vatan sevgisinin de kimlerde olduğunu bilemezsiniz.. Eğer böyle devam edersede yakında belli olur.
 
Allah sonumuzu hayır eylesin.  Bizleri korusun. 

sevgiler
ö.N