Pazartesi, Eylül 23

Rumuz : Adana'lı..


Sonbahar ve hüzün..
 
Bitiverecek sıcak günler, tıpkı uzun soğuk kış günlerinin bittiği gibi..Yakınımda bir nefes misali hissediyorum hüzünlü sarı vakitleri..hüznü severim, tıpkı gülmeyi, ağlamayı, şarkı söylemeyi sevdiğim gibi..Hüzünlü bir melankoli alır götürür beni gitmek istediğim yerlere, yanında olmak istediklerime, belki de hiç olmayacaklara..Gariptir ümitlenirim, gelecek güzel günlere. Dedim ya hüznü severim diye, tıpkı bir sevgili gibi yoldaş olur duygularıma, gözlerime bir anlam gelir, herşeyin herkesin bir dili olur konuşur..

Sabah erkenden uyanmak, sarı yapraklı kırmızı topraklarda yürümek sonrasında bir kahvaltı masası hazırlamak, ne büyük mutluluktur. Sensindir bütün bu başbaşa kalımlarda baş rollerde olan doğayla içiçe..Hele bir de hafiften yağmur yağmış mis gibi bir koku başımı döndürmüşse değmeyin keyfime.

Ben daha ilkokula giderken de çok severdim hem okula başlamış olmanın verdiği mutluluk hem de bu havalar, nasıl başımı döndürürdü. Kendi kendime yaşardım ama bu keyfi.. tıpkı şimdilerde olduğu gibi.. Hala bazı duygularımı kendimle başbaşayken yaşarım..Biraz yalnız biraz da çok dolu büyüdüm.Ondandır yalnızlığın da kalabalığında keyfini çıkarmasını iyi bilirim. Sonra, Hayat Bilgisi dersinde sarı yaprakları deftere yapıştırıp hangi ağaca ait olduğunu yazardık altına. En sevdiğim sayfa olurdu defterde, beni özgür bırakan, hayallere daldıran. Şimdilerde var mı bilmiyorum bu dersler, zaten eskilerde olan ne kaldı ki şimdilerde.. Burnuma yine eski günlerin kokusu geldi mis gibi. 

Önümüz son bahar.. adımımızı attık bile, ne güzel olur bu mevsimde bizim buralarda akdeniz, halen denize girer güneşleniriz bu aylarda bile..Ama işte tadını çıkarabilene, görebilene.. yanıbaşımızda tabiat uykuya hazırlanıyor..toprak içine dönecek, renkler solacak, gökyüzü gri ve yağmurlu olacak.. bu zamanlarda  ona eşlik etmek, güzel bir aşkın kıyısında dans edebilmek, duyguları dolu dolu yaşamak  için engel yok.. Bilakis, bizim de kendi içimize yönelmemiz için bir fırsat.

Küçük kaçamaklar yapıp da şehirden uzaklaşma, sıcacık sofralarda dostlarla koyu sohbetler ve en sevgilinle geçirilesi koyun koyuna geceler.. yakınlaştırır çünkü bu aylar ayrı kalan ruhları, bedenleri.. sokulmak istersin hep hiç bırakmamacasına.. 

Tıpkı seneler öncesinin şarkısında denildiği gibi: “hoşgeldiniz..nerdeydiniz ey sevgili hüzün ?” 

Rumuz: adanalı..

Pazartesi, Eylül 16

Plaza Kadınları

Bir kadının dünyasının nelerin üzerine kurulu olduğunu asla tahmin bile edemezsiniz, ki eğer bir kadın değilseniz. Kadından kadına bile değişen unsurlar arasında biri vardırki, o her kadının bünyesinde % 99 güdümsel olarak enjekte edilmiştir. O da güzel görünmek!
Beğenilme iç güdüsünün izlerini henüz daha 2,5 - 3 yaşlarındayken bile gözlemleyebilirsiniz. Kısırdöngüye dönüşen bu süreç o yaşlarda başlar ve ölene kadar devam eder.
Misal neden genelde kız çocukları için giyim sektörü daha fazladır?
Çünkü anne, kendisi için sunulan geniş sektörü kendi kızı içinde uyarlanmasını istemektedir.
Arz-talep döngüsünü çok çabuk algılayan pazar, tabiiki boş durmaz. Ve.. en dantelli, en fırfırlı, en rengarenk bir dünyayı çoktan yaratmıştır bile.
Ve misal aile toplantılarında minik kızlara neden daha şaşalı cümleler kurulur ve kızını giydiren annenin koltukları kabarır?
Çünkü anne, delirmişcesine alış-veriş yapmıştır ve kızına en son moda kıyafetleri almış, onu en güzelinden - en cicisinden giydirmiştir. Kendine gösterdiği özenin / bakımın tam iki katını uyarlamıştır. Ve.. ortaya çıkan sonuç tamamen kendi eseridir. :)
Peki.. misal neden anne-kız arasındaki rekabetin güzellikte buluştuğunu biliriz?
Çünkü güzel olmak isteyen anne, kendi yaşının en güzel doruk noktasından, kendisinden başka bir dişinin daha güzel olmasını istediği başka bir noktaya geçmiştir. Ancak hala o içgüdüye sahip olduğundan, bu yönde güdümlediği kızının en en güzel döneminde onunla içten içten çatışmak durumunda kalır. Kızında kah kendi gençliğini görür kah kendisinin sahip olmadığı güzellikleri görür. Ve... kızı kendi anne oluncaya kadar annesinin o yaşlı halini kabullenmeyecek ve belkide onu beğenmeyecektir.  

Aslında güzel görünmek çok zor bir iştir. Öyle basit gibi görünür ama birçok şeyi aynı anda yönetmeye varan bir süreçtir.
Erkekler genelde aynı anda birçok işi yapabilen kadınları kıskandığından ötürü, tek bir işte iyi olduklarını savunur ve bu konuda da artık sezarın hakkını sezara verilmesi gerektiğini istemedende olsa belirtirler. Çokyönlü  yetenekli kadın, beğenilme içgüdüsü ile hareket ettiği konuda özellikle aynı anda bilgi sahibi olma ve bu bilgiyi kendi hayatına uyarlama unsurunda artık uzmanlaşmış; bunu hayatının her alanında gerçekleştirmeye yönelik bir yeti kazanmıştır.
- Gardırobundaki tüm kıyafetlerin nizamı
- Geçmiş sezon modanın bilgileri ve bunların kendi gardırobuyla olan uyum analizi
- Gelecek sezon modanın bilgileri ve bunların hangi markalarda vuku bulacağının fizibilite çalışması
- Markalar arası benchmark çalışması
- Pazar fiyat araştırması
- Kalite kontrol çalışmaları
- Beğendiği markaların marketing aktiviteleri

..vs..vs..  daha saymakla bitmez!

Bütün bunları başarabilen kadınlarda genelde belli bölgelerde toplanır ve yaşarlar. Plazalarda..
Asansörlerde, az sonra sahneye çıkacakmış gibi sıkılmış olan parfüm kokuları karışır. Haftada iki kez suni güneş ışığı almak üzere solaryuma uğrayan bu kadınlar, en son moda kesilmiş saç modelleri ve vücutlarının bilimum görünen yerlerindeki dövmelerle ünlüdür. Manikürü - Pedikürü ile ayrı bir şekilde belli eder kendilerini. Sanki 24 saat boyunca bu şekil aşırı bakımlı dolanırlarmış imajını sergilerler. Yüksek ökçeli -high heels- topuklu ayakkabılar ile bırakın yürümeyi adeta koşabilirler.
Plaza kadınları aslında çok eğlencelidir. Onlarla her lüks atraksiyona katılabilir, onların yanında birer ekol olma yoluna gidilebilinir. Gerçi bazen fazla biraz yüksek sesli olabilir. Bunun nedeninide  erkek dünyası içinde seslerini yükseltebilen yegane kadınlardan olmalarına bağlıyorum ben şahsen, ve herşeye rağmen takdir ediyorum. Çünkü yinede hayatlarına dair bir hedef içindeler.
Hedefsiz olmaktansa.. 

Her ne kadar görünüşün önem taşımadığını, asıl olanın değerler ve kişilik olduğunu savunsakta, yinede Nasrettin Hoca'nın dediği gibi "ye kürküm ye" ile algılanıyoruz şu hayatta.

"Dünya önemi taşıyan" (!) görünüş unsuru içinde aslında birer kayıp etikettir plaza kadınları!

sevgiler
ö.N

Pazartesi, Eylül 9

Görünmeyen Zenginlikler

Her durakta duruyor, yolcu indirip bindiriyordu. Havanın kavurucu sıcağı yüzüne yüzüne esiyordu sol taraftan açtığı camdan. Ensesine koyduğu mendil ise terini emmek üzere konulmuştu. Ve daha henüz kağıt mendil kavramı ortada yokken kullanılan erkek mendillerindendi.. Yüzündeki çizgiler, hayatın hangi aşamalarından geçtiğini kısaca özetliyordu araca binen insanlara.  Evliydi belli. Sağ elinde çok basit bir  gümüş alyans vardı.  Ayrıca inancı yüksekti. Aracında asılı duran "Bismillahirrahmanirrahim" yazısından ve vitesine geçirmiş olduğu tesbihten belliydi. 
Sanırım benim babamdan gençti. Ama görüntüsü en az babam kadar "yaşlı" idi.
Belki emekliydi ve okutması gereken çocukları vardı ; çalışması gerekiyordu. Belki kızının kocası şehit düşmüş, o ve çocuğuna bakabilmek için yeniden direksiyon başına geçmişti. Belki hasta annesinin sigorta masrafları dışındaki masraflarını karşılamak üzere didiniyordu. Yada hasta eşinin.. Kullandığı dolmuşun sahibi olmadığı kesindi.Yömye ile para kazandığı her halinden belliydi. Kısacası akıttığı terin karşılığında aldığı emek mutlak bir yere akıyordu.
Yolun kenarında bekleyen bayanı almak üzere sağa yanaştı. Kadın bindi ve parayı uzatmak üzereyken, arkadan gelen sabırsız kornalara dayanamayan şoför bir an önce hareket etmek üzere gaza bastı. Parasını çıkarmaya çalışan kadın herhangi bir yere tutunmadığı için aracın içinde dengesini kaybetti ve insanların üzerine doğru düşer gibi oldu. Bu esnada diğer binenlerin parasını alan, bir yandan para üstü için kafasında çarpma/bölme işlemleri ile uğraşan şoför kadının çığlığı ile bir anda aracı durdurdu. Kadına birşeyi olup olmadığını sordu öncesinde. Sonra tekrar tekrar özür diledi. Ancak kadın resmen açtı ağzını yumdu gözünü. Düşmeyi hazmedemeyen koca bünyesi ile adamın üzerine hakaretler yağdırmaya başladı. En son para vermiyeceğini, şoför gibileri yüzünden bu ülkede trafik canavarlarının arttığını ve ülkenin düzeninin onlar yüzünden bozulduğunu iletmeye kadar vardı durum.  Olayın büyüyeceğini sanan ben, şaşkınlık içerisinde şoförün sakinliğini izlemekten alamıyordum kendimi. Hatta "haklısınız" diyerek hafif tebessüm bile etmişti. Kadının carlamasını ilk zaman çok "duymamama" rağmen, artık sesi kulaklarımı tırmalaya başlamıştı. Şoföre söylediklerinin yetmediği yerde çevresindekilere de göz göre göre dedikodu yapmasını kaldıramayacak noktaya gelmiştim. İçim fokurdamaya başlamış, vücut sıcaklığım artmış, sakinliğimi dizginleyemeyeceğim ana doğru ilerliyordu bünyem. Gözüm dikiz aynasından izlediğim şofördeydi. Birşeyler mırıldanıyordu kendince.. Kanımca sakinleşmek için dua okuyordu içinden. Bütün bu olanlar esnasında yolcu almış, indirmiş, para üstlerini hesaplamış ve aracı kullanmıştı.

Bir an düşündüm; bu gibi insanlara fırsatlar sunulsaydı eğer, nasıl birer insan olurlardı diye. Fırsatlar denk gelseydi hani, okuyabilseydi ve bir iş yerinde bir yönetici olsaydı, veya başka herhangi bir görevde olsaydı.. Şu kadar kısa zaman içinde sergilediği kişilik özellikleri ile beni büyülemişti. Sanki sadece şoför olmaktan daha fazlasını hakediyordu.
Hayat bu şekil denge(sizlik)lerden ibaret işte. Verilen değer ve fırsatlar her ne kadar adil dağıtılmasada genel anlamdaki denge unsurunun korunması için eşitsiz. Ve yine düşünmeden edemiyorum ; eğer dengeler değiş-tokuş edilseydi, bu direksiyonda oturan adam gibi insanlar kapitalizmi yönetseydi dünya nasıl bir halde olurdu?!?
Bu adamın empatizm kavramından haberi olmasa bile, empatik düşünemeyen; insan olmaya çalışan yaratıklara örnek olunası bir doğal yeteneği vardı. Bu yeteneklere ben "görünmeyen zenginlikler" diye ad takmış bulunuyorum.  Bu doğal kaynakların farkına varılması gerektiğini ve günümüzde ve gelecekte bu doğal kaynaklı insanların birer hazine haline geleceğini savunuyorum.
Çünkü bunlar "kopyalanamayan" gerçekler olacak.
Mutasyona uğrayan insanlığın oluşturduğu dünyaların genetiğinde bir tek bunlar kopyalanamayacak işte..
Ben diyorumki etrafınızda birer "görünmeyen zenginliklerden" bulunuyor ise onların kıymetini bilin.

sevgiler
ö.N

Pazartesi, Eylül 2

Bakıcı

İnsanoğlu ilginç bir varlık. Kapladığı fiziksel alan kendi iki ayak boyutu kadar toprağın üstünde.
Ama herşey onun etrafında dönüyor sanki. Yani dünyanın aslında sadece onun için varedildiği sanılır.
Dışardan bakıldığında görünen tablo bu tabii. Oysa acaba tersi olamaz mı?!
Belki insanoğlu dünya için varedilmiştir. Belki dünyanın bakımı için yaratılmıştır.
Temiz tutalım, güzelliğine güzellik katalım diye üflenmiştir bedenimize ruhlar. Evren içinde bir tek canlı taşıyan gezegen olmasından dolayı (bilinen) kıymetini bilmemiz gerektiği algısı yaratılmıştır belki. Dünya üzerindeki tüm niğmetlerin birer "bakıcısı" olarak gelmişizdir, farkında değilizdir, olamaz mı?!
Kim bilebilir..
Ama insanoğlunun içinde barındırdığı bir EGO varki, asla kendisinden ödün verilmesine müsaade etmez. Ego'nun ayakları altına serilen YAŞAM sadece kendisi için varedilmiştir.(!).. Burası kesin.
Hadi "bakıcılığı" bir kenara bırakalım ; daha kendisi için yaratılmış olan şeylere sahip çıkıp koruması gerekenleri korumayı becerememiş insanoğlu egosu sayesinde..
Hatta öyleki, bırakın yaşamın kendisi için yaratılmışlığını ; diğer insanların bile sadece kendisi için yaratıldığını düşündürür insana.
İnsanı insana kırdıran, çevresindeki herşeye zarar verdiren, hep kendisinin menfaatine çalışan ego, varoluş amacının ötesinde hareket ettirir.
Özbenliğin derinliklerine ulaşabilmek için insanın kendi içinde nötr olabilecek kadar kendine adil davranabilmesi gerekir. Ego ile yapılan her tür işbirliğinin, kendi hayatı boyunca birer pranga niteliği taşıyacağını bilebiliyor olmalı insanoğlu. Ne kadar çok pranga, o kadar az özgürlük matemetiği ortadadır. 
Oysa bütün bunlar tıpkı başlangıçta da belirttiğim gibi mantıkta yürüse keşke.. Bizler aslında dünyaya bakan, onu koruyan birer "bakıcı" olabilsek.. Kendimizden çok onu yaşatmak adına çalışabilsek.. Keşke hayvanları yaşatmak, doğayı yeşillendirmek için seferber olabilsek.. Keşke "bakıcılığımız" sayesinde bakımımızı sağlayabilsek.. Topraktan gelen bizler, toprağa giderken, toprağa ömrümüzden ömür bırakabilsek..  Çok daha barışçıl, çok daha aydınlık, çok daha verimli uzun ömürlü yaşamlar yaşansa.. Birileri bir yiyemez durumda iken, üstelik hayatlarından endişe ederek yaşarken;  diğer yanda kat misli yiyen, kuş sütleri ile beslenip, hayatlarını başka et duvarları ile garanti altına alan iki farklı hayatlar yaşanmasa!
Dünyanın bir yerinde ağlamaktan gözyaşı kalmamış insanoğlunu, diğer tarafta gülmekten ağlayan başka bir insanoğluna çarpıp bölmek zorunda kalmasak!
Egonun yumuşak kuş tüyü hallerine kapılmadan, arada tozu çıkartmak için patakladığımız bir halı misali tartaklasak, ve eni konu müdehalesine izin veremesek.
Keşke!  Keşke!
Kendi beyinlerinde yarattıkları karanlık odalarda yaşayanlar, dünyayı karanlığa boğmak isteyenlerdir. Kara köşelerde kara şovalye niteliğinde gezinenlerdir bu dünyayı bir kara deliğe sürüklemek isteyenler.

Ama ben şundan o kadar eminimki; sessiz gibi duran DÜNYA, insanoğlunun EGO'sunu kıracak güce sahip. Ve bazen kendisine yapılanları intikam boyutunda yaşıyor ve yaşatıyor. Kah insanoğlunu toplu yokediyor kah kendinden parçalar yok ediyor.

Ve yine.. sessiz duran dünya, bu dünyada az olsa varolan "bakıcılara" güveniyor..

Unutmayın, dünya verdiği kadarından fazlasını alacak güçte, bir kez düşünün!

sevgiler
ö.N