Pazartesi, Ağustos 26

Action !

Duygu.

Sözlük anlamı : Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim

Yaşam anlamı : Belirli nesne, olay veya bireylere karşı oluşturduğun iç tepkilerin bütünü

Peki ikisi arasında ne fark var diyeceksiniz ?

Sözlük anlamından çıkardığım gerçek anlam şudur ki , oda DIŞARDA oluşan herhangi bir olgudaki enerjiyi direkt alıyor olmamızdır.  Oluşan enerjiyi bir ayna misali anında algılar, o enerjinin otomotik oluşturduğu izlenimleri yaşarız. Yani tüme bakıldığında, oluşan izlenimler bütünüdür.. Yani  bize ait değildir dışarda gelişenlerin enerjisi.

Yaşam anlamında ise olay bir tık farklı.  DIŞARDA oluşanlara karşı ürettiğin tepki yoğunluğudur duygu. Yaşadığın her olguda gözünden süzülen herşeye karşı bir savunma mekanizmasıdır; tıpkı ateşiniz çıktığında vücudun ısıyı dengede tutmak için titremeye başlaması gibi.
Beyniniz yaşananları size bir zarar gelmesin diye değerlendirmeye aldığında, vücudunuza bir enerji yayılır ve duygu bütünlüğünü kalbinize kadar hissettirir, ki bu en doğal olanıdır, çünkü beyin bu süreçle uğraşırken bir yandan da sizi kendinizi şeker gibi keyifli hissettiremez elbette.
İşte bu nedenle vücudunuza yayılan enerji yığını size açıklamalar yaptırdığında ;
"Kalbim diyorki"...
"Kalbime söz geçiremiyorum"...
"Kalbim dayanmıyor artık"..        gibi ibareler kullanmanıza neden olur.

Aslında tüm krizi yöneten beyninizdir.
Sizi hemen koruma altına almak için gerekli tüm detayları inceler, tüm  kanıtlara ulaşır. Tepkilerin oluşmasi için titiz bir çalışma gerekmektedir. Herhangi bir yanlış adım, sizin DIŞARIDAKİLER tarafından zarar görmenize neden olacaktır çünkü.
Oluşan iç tepkiler, sizi karar almaya ve/veya bir eyleme doğru yöneltir.

Bazen tepkiler anında gelişip eyleme dönüşebilir. Bazende tepkileri biraz çalışmak, formda olduğunu sandığınız duyguları "de-forme"  etmeniz gerekebilir. Bazende unutmak zorunda bırakılırsınız...
Evet o an oluşan "duyguyu" unutmak.
Bazende unuttuğunuz duyguları, yani iç tepkileri yeniden anımsamak anlamına da gelecektir bu.
Onları  yaşamaya vakit bulamadığınız yada  yaşatacak kişiye henüz rastlamadığınızdır. Yada yaşamış ama çoktan unuttuğunuzdur.

Beyniniz her duygunun anını kayıt kayıt işler ve dosyalar. Yaşayıpta yaşamamış gibi saydıklarınızı bilhassa. Çünkü bu durumlarda beyninizin oluşturduğu İÇ TEPKİLER ile SİZ uyuşmamışsınızdır.
Bu çatışma içinde kimin sözü geçer kargaşasında birbirini dinlemez olurlar. Ve birbirlerinden bağımsız "hareket" edebilirler. Zaten DENGESİZLİKLER de bunlardan oluşur.
Ama dosyalardan çıkartılan her tür kayıt, sizi yine o ana götürecek kadar sihirlidir. Büyüleyicidir.
Yine iç tepkilerinizle yüzleştiğiniz vakit, KALBİNİZ'i "konuşur" sanırsınız.

Oysa konuşan,  kayıtları yüzünüze doğru savuran BEYNİNİZDİR !

BEYİN yönetmen, KALP ise bir oyuncudur... Duygular ise birer SENARYO.

sevgiler
ö.N



Pazartesi, Ağustos 19

Dar Paça Dünya

Varoluştan bu yana kadınların bir alış-veriş merakları mutlak bulunmaktadır. Hatta öyleki ilk çağlarda kadınların avlanarak derisinden yararlandıkları hayvanların desenleri bile o kadınların giyim- kuşam zevkinden (hayatta kalma savaşı yanında tabii) kaynaklandığının iddiasını ortaya atabilirim. Ben, alış-veriş / sürekli yeni bir şeyler alma güdüsünün ,doğuştan kadınlara kodlandığını düşünüyorum. Çünkü bu güdünün bilinçdışı eyleme geçtiğine inanmaktayım. Düşünmeden hipnotize edilmişcesine oluşan yegane hareketlerden biridir kanımca..

Geçenlerde ismi lazım olmayan, indirimden dolayı tıkabasa bayanlarla dolmuş bir mağazada herşey kapış kapış idi. Aralarına daldığımı ve oradan çıkamayacağımı hissettiğimi hatırlıyorum.
İki kadın kendi bedenlerine uygun tek kalmış pantolonun başında sözlü düelloya başlamıştı. Yazık olan ise,  birbirlerini hiç tanımayan bu iki insanın, birbirlerini çok çok iyi tanıyormuş gibi hakaret boyutunda olmalarıydı. Birde "plaza kadınları" diye tabir ettiğimiz cinslerden bunlar.. (başka bir zaman bu konuyada el atacağım) Altı üstü dar paça bir pantolon..  Sanki bu dünyada başka bir tane daha üretilmeyecek.. Sanki dünyanın sonu ve uzaydan düşen bir bomba nedeniyle yayılmış bir çıplaklık hastalığı peydahlamış ve kıyafet kıtlığı var dünyada..
Neyse..
Onları izlerken birden  başka bir nokta ilgimi çekti. 
Herşey ne kadar da daralmıştı... ?!
1950'lerde giyilen bol ve rahat etekler gitmiş, yerini dar-kısa ve hiç rahat olmayan eteklere bırakmıştı. 1970'lerde giyilen bol paça pantolonlar  yerine,dapdar vücudu sarıp sarmalayan pantolonlar çıkmıştı.  Rahat ayakkabılar yok olmuş, dar- ayağı sımsıkı kaplayan, üzerinde yürümek için cambaz olunması yükümlülüğü gerektiren yüksek topuklu ayakkabılar çıkıvermişti.  Efil efil, hareket etme potansiyeli çok yüksek gömlekler & ceketler yerine, dar-kısa kalıp stiller tercih edilir olmuştu.  
Hadi kılık kıyafeti geçtim, ya teknolojik cihazların durumuna ne demeli?!?!?
Küçücük cihazlara bir sürü bilgi!  Ne o, hayatı kolaylaştırsın diye..
Fazla'lar küçücük cihazlara daraltılarak sığdırılmaya çalışılıyor!
 
Bütün bu düşüncelerden bir dünya olmuş beynimin uyanması gecikmiyor elbet. O iki kadının sesini yeniden algılar buluyorum kendimi. Bir anda yeniden "dünyaya" dönüyorum. Ve bu dünyayı terketmeliyim diye düşünüyorum.

Hayatımızın her alanına yansıyan bu daralmaları yeni farkediyor değilim tabii. Ancak yine farketmem acıtmıştı beni. Çünkü bu daralmalar sadece materyal yaşantımıza değil manevi yaşantımıza da  yansımış durumda.  En ufak şeyleri üzerimize alır olmuşuz. Tahammül seviyemiz ise kısıtlanmış hale gelmiş. Her kelime batar olmuş, her yapılan hareketi şahsileştirmeye meğillenmişiz. Söze söz, dişe diş bir dünyanın içinde her tür dar alanda kısa paslaşmaları tercih eder olmuşuz. Yüksek sesle anlatmaya başlamışız derdimizi, hatta buda yetmemiş şiddete bile başvurur hale gelmişiz.
 
Şimdi düşünmeden edemiyorum; daralan bizleriz aslında.. Ne kadar dar paça bir dünya içinde yaşıyoruz belli değil.

Hey gidi dar paça dünya hey!!!
 
sevgiler
ö.N

Pazartesi, Ağustos 12

Çengelli İğne

Geçici bir dünyada yaşıyoruz bizler.
Belli bir süre verilmiş herşeye, herkese.
Bir zaman zarfında nefes almamız gerektiği fısıldanmış doğmadan önce ruhlarımıza.
Olayların ve kişilerin geçici halleriyle bir hikaye bırakmasına dair oluşan zaman bütünlüğüne geçmiş demeyi öğrenmişiz sonsuzluk dilimindeki ortalama 70 yıllık ömrümüzde.
Kimimiz bu geçici halleri / kişileri benimseyememiş; dünya geneline çengelli iğneyle bağlanmış bir daha kopmayacağını düşünürcesine. Bir diğerimiz ise salıvermiş oraya buraya  ; belki birilerinin ağına rastgele denk gelir diye.
Kimimiz bu geçici halleri / kişileri fazla benimseyememiş; koca çölde yaşamayı göze alan bir kaktüs misali yalnızlığı seçmiş; kendi kendine yeteceğini hissedercesine.
Kimilerimiz arada bir yerlerde olmayı uygun görmüş, rüzgarda salınan yaprak misali.. Kah toplu iğneyle iğnelenmiş geçici hallere / kişilere, kah rüzgar kadar özgür olmayı yeğlemiş.
Kimilerimiz varki, onlar geçiciliği son derece net görüp o geçicilikle yaşamış. Ama dünyayı da ihmal etmeden bahşedilenlerle yaşamasını bilmiş.

Geçici olmak..
Herşeyin sınırlı ömrünün olması..
Ama geçiciliğin de bir döngüye sahip olması.
Yani sonsuzluğun yegane kardeşi DÖNGÜ, geçiciliğe kılıf geçirebilen tek gerçek.
 
Geçicilik içinde yokolup gitmek demek, kendi zaman sınırında yaşanmışlık demek. 
O bitişin sadece herşeyin / herkesin kendisine ait olması demek.  
O zaman bittikten sonra biten zaman, sonsuzluğa karışır bulur kendini.
Kimilerimizin zamanı sonsuzlukta kaybolur gider.
Kimilerimizin ise yeniden bir yerlerde ortaya çıkar.
 
Kim diyebilirki yaşanmış olan bir zamanın yeniden diğer yaşanan zamanlarla buluşacağını?
 
Ben.
 
Nasıl mı?
 
500 yıl önce Arjantin'in And dağlarında bulunan İnka kızı Maiden'in haberi sayesinde oluşturduğum tezle.
 
Maiden'in 500 yıl önceki kendi geçici zamanında kapmış olduğu akciğer enfeksiyonu yüzünden kurban edilip And dağlarına bırakılmış olması; yani bana göre döngünün onu şimdiki geçici zamana yeniden atması, bir tesadüf değil. Zaman döngüsünün  ne kadar geniş olabileceğinin bir kanıtı bence.
Maiden'in anlatmak istediği birşeyler mevcut. Bu her ne ise, neticede geçiciliğin bir döngü içinde yaşadığını kanımca zaten anlatmış bulunuyor.
 
Tıpkı Kopernik'in galaksimiz için yapmış olduğu tespiti grafik olarak çizdiği gibi ; her döngü kendi içinde başka bir döngüye daha sahiptir..
Bir döngü tamamlandığında, içinde bulunduğu diğer bir üst döngünün devam ettiğini anlıyor olmak gerekir.
 
Maiden'in döngüsü bizim döngümüzle buluştu. Belki de o geçici hallere çengel iğneyle bağlanmış kendi zamanında takılı kalmış biriydi. Belki de bir yapraktı; sonsuzluk içinde salıvermişti kendini bir döngüye rastgelsin diye. Kimbilir..
 
Geçici olan bizler, geçici hallerde / kimselerde olduğumuzu unutmayalım.
Hiçbir şey ömürsüz değildir.
Ve çengelli iğneleriniz açılmaya mahkumdur..
 
sevgiler
ö.N
 
 
 

Pazartesi, Ağustos 5

300.000'de 1

Patna şehri Hindistan'ın en yoksul ve en kötü üne sahip eyalet başkenti.  Ve burada kullanılmayan bir fabrikanın zemin katında 500 genç - 40'ı kız, yılda bir kez organize edilen ve ortalama 300.000 gencin katıldığı IIT (Indian Institues of Technology) sınavı için harıl harıl çalışıyor. Özel ders niteliğinde aldıkları matematik, fizik, kimya derslerini, ailelerinin yoksulluğun pençesinde denkleştirmeye çalıştıkları maddi gücün altında ezilerek çalışabiliyorlar.  Bu şehirde özel ders piyasası oldukça hareketli. Hatta öyleki, özel ders veren öğretmenler arası rekabet, birbirlerine kurşun sıkma noktasına kadar bile uzanabiliyor. 
Bu yoklukta ve bu hiçlikte bu gençlerin umutları, senede bir kez yapılan ve o ülke standartlarında çok üst seviye para kazandıracak bir işte çalışabilme hayalinde yoğunlaşmış vaziyette. 19 yaşında hiç sinemaya gitmemiş, hiç  kız arkadaşı olmamış  (yada erkek arkadaşı), 18 saatlik bir ders çalışma temposu olan bir nesil bu. Bu azim, yokluğun arasında filizlenmiş adeta.

Peki bizlerde veya diğer gelişim gösteren ülkelerde durum nasıl? 

Öyle bir nesilki bu (bana göre), aslında tüm imkanlar ayaklarının önüne serilmiş vaziyette. Durumu iyi olanlar orta standartlarda bile en az 90 m2'lik bir evde, kendi odasında yaşama lüksüne sahip.  Çakmada olsa her tür marka giysi ve aksesuarı bulunan, sınırsız internetini laptopunda kullanan, en son teknoloji telefonlarla konuşanlar onlar. Ebeveynleri sürekli en iyisinin peşindeler. Her imkanı sağlamak için çırpınır haldeler. Hatta öyleki bazı nesil gençlerinin altında araba bile mevcut. Tatillerde yurt dışı dil kurslarına katılıp orada değişik kültürleri tanıma şansına bile sahipler.

Peki bütün bunların yanısıra gençlerdeki azim unsurunun seviyesi ne durumda?

Eminimki duruma göre değişmektedir. Kısadan, istisnalar kaideyi bozmaz diyebiliriz elbet. Ancak genel hatlarda dünya gençliğinin tamamına yakında bir boşvermişlik mevcut. Daha çok özgürlük kavramıyla uğraşan, savunduğu şeylerin ideoloji kavramı altında olduğunu iddia eden bir nesil görüyorum. İmkanların ekseninde sıkışmış kalmış olduğunu söyleyemeyiz diğer 3. ülkelerin statülerine kıyasla. Ama daimi bir hoşnutsuzluk içinde geçmişten bi-haber, günümüz içinde umarsız, gelecekte ise yok olmaya maruz kalacak bir nesil sanki. Mevcut kapasite ile konulan hedeflerin arasındaki çelişki gözardı edilemez. Sürekli en kolayına en iyisine koşmaya koşullanmışlar; içgüdüsel olarak tabii.
Sonuçta her zaman herşeyin iyisi denk gelmez insana değil mi?!
Birde hayat her zaman iyisini vermediği gibi, zor durumlarla da  karşılaştırabiliyor insanı. Hesapsız durumlar, sürekli iyisine güdümlenmiş psikolojiyi yerle bir edecektir.

Oysa etrafımıza bakmasını bilmeliyiz. Örneklerle dolu hayat. Dünyanın bir ucunda gençler bir öğretmen ile 500 kişi bir arada bir sınava hazırlanabiliyor. Sadece bir kalem, bir silgi ve bir defterle.
Ama koca hedefler, koca hayaller ve koca azimle.

Her zaman derim, dünya kendi dengesini kendi mutlak sağlıyor diye.  Gençlerin yarısı ellerindeki fırsatları sonsuz kredi ile harcarken, diğer yarısında ise fırsatları çamurdan yaratıyor. Böylelikle denge yine sözkonusu..

Bu dengeyi sağlayan çıktıların mesajını günde tükettiğimiz milyonlarca düşünce içinde 300.000'de bir kez olsun anımsasak yine faydası olacaktır kanımca.. Lafım herkese.. 
Nesillere ve nesil yetiştirenlere!

sevgiler
ö.N