Kendisiyle başbaşa kalmıştı yine. İçindeki daralmaların nedenini biliyor ama bilmemezlikten geliyordu. Sürekli bertaraf ettiğini düşündüğü duygular, ortaya karışık salata misali her tattan lezzet sunuyordu doğasına. Durmadan göğüs kafesini bolca havayla dolduruyor, allaha şükür edip ondan yardım talep ediyordu. Çok şey düşünüpte aslında hiçbir şey düşünemediğimizi sandığımız; ot çekmiş gibi herşeyin havada olduğunu hissettiğimiz; ayaklarımızın gezinirken yere basmadan yürüdüğünü varsaydığımız anlar için kullandığımız bir tabir vardır hani : kafa dumanlı
Aynen o şekil evin içinde dolanıyordu işte, dumanlı dumanlı.
Kendini meşgul etmek üzere kurmuştu modunu sabahtan. Bir işi yapıyor, tam bitirmeden diğer işe girişiyordu sanki. Toparlamaya çalışırken dahada dağıttının hiç farkında değildi. Öyleki bilincinde olmadan o lanet olası konuşmadaki cümleleri daha nasıl istediği formatta söyleyebileceğini tasarlarken buluyordu kendini aynanın önünde. Bunu yaşatan insanlardan nefret eder olmuştu artık! Neydi yani, bu dünyada bir tek kendisimi "hatalar" yapıyordu?! Kime göre , neye göre hataydı yaptıkları?? Aslında oturup sabaha kadar bu konu hakkında konuşabilirdi. Kitap okurdu, felsefeye bayılır her fırsatta felsefe yapan arkadaşlarıyla biraraya gelir ve hayata/dünyaya dair fikirler/düşünceler uçuştururdu havada. Bir avukat gibi güçlü hitabı olduğunu bilir, ikna kabiliyetine de ayrıca güvenirdi.
Ama insanlar böyle değildi.. İnsanlar tek yargıdan yola çıkar, en ufak "hatayı" kabul etmez, ve mümkünse bununla bir ömür boyu kişinin yüzüne vuracak kadar da acizdiler. Karşılıklı konuşmayı beceremeyen; hemen suçlayıcı bir duruş sergileyen ; eleştirileri asla kabul etmeyen ve bütün bunların dışında "hatayı" yaptığını düşünen kişi gibi asla davranmayacağının yalanını insanın gözlerine baka baka vurgulayan insanlar vardı etrafında. Bu bakış açıları karşısında yorulmuştu şu kısacık zamanda.
Her tanıdığı yeni insan, sanki geçmişte tanımış olduğu insanlardan bir tık daha kötü çıkıyordu. Daha yalancı. Daha oyun-düzenci. Daha saldırgan. Daha empatisiz. Daha vicdansız.
Oysa kendisi hayatında belki 5 parmağı geçmeyecek, vicdanının onu rahat bırakmadığı gerçek "hatalar" yapmıştı; ama buna rağmen becerebilmişti sağduyusu hayatta kalabilmeyi. Çünkü bu "hataları" anlayabilecek, onları belli bir olgunlukla karşılayabilecek insanlardı geçmişte tanıyıp hayatına kattığı kişiler. Hiçbir şey için hesap sormayı bilmeyen, erdemli insanlardı. Kendiside o yapıdaydı.. Hiçbir kelime, cümle, yorum, hareket için kimseden hesap sormamıştı bugüne kadar. Olayları akışına bırakmayı tercih etmiş, gerçek "hatalar" bünyesindeki enerjinin kendiliğinden belli bir noktaya gelmesini ve onunla ilgili ise, o durumun ona yine kendiliğinden gelmesini beklemeyi tercih etmişti. Çünkü şuna inanırdı : Herkes kendi yaptığından sorumludur. Kimse yapılanın hesabını sormaktan sorumlu değildir. Çünkü hesap sormak; kişinin dünyasına özel bir müdehale sayılırdı.
Bütün gününü bu şekilde geçirmesi hiç hoşuna gitmiyordu. Ama nafile.. Bu durumdan kurutuluş yoktu, çünkü kendini tanıyordu, vicdanını tanıyordu. Aslında vicdanı ondan bağımsız bir mahkemeydi sanki. Olan biten ortadaydı ; duruşmada savunanda-suçlayanda oradaydı. Suçlayandan yana olan hakim sanki her an son kararı verecekmiş gibi olurdu. İşte o noktada beyin,mantık,realist mental ne kadar isyan ederlerse etsinler, vicdanın dediği olurdu. O karar kesin uygulanırdı.
Bu mahkeme şu an hala devam ediyordu. Biraz balkona çıktı, İstanbul'u seyretti. Mavi gökyüzüne baktı. Biraz insan kalabalığına karışmak istediğini farketti. Evin tüm dağınıklığını bıraktı, giyindi, ve evden kaçarmışcasına hızlı hızlı uzaklaştı. Feribota bindi. Uzun uzun İstanbul'un her köşesini izledi. Tıpkı vicdanındaki mahkeme salonundaki detayları izlediği gibi.
..
Telefonu öttü, bir mesaj gelmişti tam o anda.
"Neden sende o insanlar gibi olmayı bir kez olsun denemiyorsun???"
Evet.. Neden olamazdı?!
Neden olmasındı?!
Bir kez olsun vicdan mahkemesi hatalı bir karar versin ve "hatayı" savunan kazansın.
Hiç denemediğin bir durum hakkında ne bilebilirdinki??
Evet.
Karar şuydu :
Bu sefer kendisi empati kurmuyor, yapılanı olduğu yerde bırakıyor, iyiki de yapmışım demeyi tercih ediyordu. Birkez olsun "hatanın" aslında bir hata olmadığı konusunda ısrarlıydı. Ve gidip kimseden özür dilemeyecekti. Kimseye kendini savunmayacaktı. Eğer karşı taraf hesap sorarak rahatlamayı tercih edebiliyorsa ve kendisi üzüleceği yerde diğerinin üzülmesi gerektiği konusunda kararlıysa, peki hala kendiside vicdanını susturmayı tercih edebilirdi.
Soran olursa neden böyle davrandığına dair, o zaman da şöyle diyecekti :
"Üzgünüm, bunu vicdanımın "hatası" olarak kabul edin lütfen. Vicdanım sizden gelip özür dilemeyi redetti çünkü"
Vicdanınız sizi bazen sizi iki kat üzüntüye sokacak durumlarla karşılaştırabilir.
Biraz diğerleri gibi olmayı denemekte yarar var!
sevgiler
ö.N
