Perşembe, Aralık 27

Kıymetlisi

Hızlı adımlarla karanlığı yararcasına telaşlı telaşlı ilerliyordu.  Yüreği adeta göğüs kafesinden fırlayacaktı. Bir an yüreğinin dışarı çoktan fırlamış olduğunu, ve kendisine bas bas bağırdığını hayal etti.  "Ya Kadın !!  Bir dur ya!  Bu ne telaş, ne oluyorsun??!  Aaaaa...  Beni kastın, gerdin! Zorun ne, beni kasıp krize sokmakmı hm??!  Zaten bütün bedenine kan pompalayacağım diye canım çıkıyor, birde adrenalin çıktı başıma!!! "
Ama şimdi bununla uğraşamazdı. Yüzünde sancılı-ağlamaklı bir ifade ile hızlı hızlı ilerlemeye devam ediyordu. Soğuk olduğunu hissetti. Ağzından çıkan soluğun buharını farketmişti. Bunca zaman hiç dikkatini çekmemişti.Ayrıca o ana kadar üşümemiştide, ve soğuk olduğunu da algılamamıştı.
Bilakis, aslında ter basmıştı.
Onu telaşlandıran şey, ne içinde bulunduğu karanlık ne de vücudunun terlemiş olmasıydı.
Bir an önce onu bulmalıydı..
Her ne pahasına olursa olsun !
Topuklu ayakkabıları karanlık otoparkın içinde yankılanırcasına ses çıkarıyordu. Daha hızlı yürüyemediği için kendine kızmıştı; neden giymişti ki bu ayakkabıları!
Sonra yavaşladı birden.
Yaldızlı mavi renkli 69 model Shelby Cobra, karanlıkta ışıl ışıl parlıyordu. Hemen içine, sağına soluna bakınmaya başladı. Kendi kendine söylendiği vakit artık gözyaşlarını tutamaz olmuştu üstelik. Her ani hareketinde bir damla gözyaşı savruluyordu yere. Oysa o kadar kolay ağlayan bir kadın değildi. Her ota ..ka ağlayan insanlara sinir olurdu. Gözyaşların çok kıymetli olduğunu düşünür, onları boş yere harcamanın onlara karşı yapılmış bir haksızlık olduğunu savunurdu. Ama şimdi bunları düşünecek konumda olmadığı gibi istesede yapamazdı.
Kafası ve hisleri son derece karışıktı. Nedenlerle uğraşmaktan yorgun düştüğünü hissediyordu.
Arabanın altına bakmak için eğildiğinde tüm vücudu son gücünü kullanmışcasına diz kapaklarının üstüne çöküverdi. Yer soğuktu ve ıslaktı. Ama vahim olanı ise, sanki yerin tamamının kendi gözyaşlarından ıslandığını düşünmesiydi. Bir an için orayı su basacak kaygısı belirmişti.
 "Nasıl..?!?"  dedi.  "Nasıl kaybederim??  Nasıl dikkat etmem?!" diye söylendiğinde bir ses duyar gibi oldu. Arabanın direksiyon tarafındaki camından bakmak üzere kafasını kaldırdı. Etrafı kolaçan etti. Karanlıkta arabaları zar zor seçiyordu. Kaşlarını çattı, gözyaşlarını eliyle sildi. Bulanık görmesine neden oluyorlardı çünkü. Normal şartlarda olsa az biraz ürkmüştü şu bulunduğu konumdan. Ve saklanma hissi ile hareket etmişti. Ama bu sefer işler başkaydı. Tüm olup bitenlere başkaldırırcasına, karanlığa meydan okurcasına hemencecik ayağa kalktı. Üstünü başını toparlar gibi çekiştirdi. Arabanın arkasına doğru ilerledi.
Bir an öylece durdu ve sessizliği dinledi. Ama nedense ağzından tek kelime çıkaramıyordu.
Korku filmlerini anımsadı. O sahnede esas kadın hıçkırıklı bir hal ile etrafına deli danalar gibi bakınır, anlamsız yöne doğru koşar, sonunda da "kim var orada??" haykırışlarıyla rolünü tamamlardı.
Ama o, şu karanlıktan biri çıksada bu sonsuz gibi görünen durum sonuçlansa diye arzuluyordu.
Bir ses geldi sol tarafından bir yerlerden.  Bakındı o tarafa doğru. Arabanın bulunduğu yere doğru tekrar yürüdü, ve sonra bir üst katından eğilmiş karanlığın içinde ışıldayan, onu izleyen bir çift göz farketti.
O bakışlar yavaş yavaş ona doğru ilerledi. 10-12 yaşlarında falandı. Çok esmerdi. Zayıfça hali, dimdik duruşuyla çelişir gibiydi. Kısacık sık saçları, koyu ama son derece parlak mazlum bakışları,yüzündeki kirler onu yaşından olgunca bir çocuk olduğunu söylüyordu. "Sen burda ne arıyorsun??" , "Burası çocukların oynayabileceği bir yer değil!" dedi. Çocuk hala ona dimdik bakıyor,yerinden kımıldamıyor, yüzünde hiçbir ifade bulunmuyordu. "Sen niye ağlıyosun?" diye sordu çocuk. "Birşeymi kaybettin yoksa?" diye ekledi ardından.
Nasıl bilebilirdi? Nasıl bu kadar isabet ettirebilirdi? 
O an o çocuğun bir hırsız olabileceğini düşündü. Ama onu kaçırmamak için nasıl davranması gerektiğini de bilmiyordu. Saniyeler, bitmek bilmeyen birer kara deliğe dönüşmüştü sanki.
Sonra birden "Bak..ben çantamı kaybettim, ve buna çok üzülüyorum. Benim için çok değerli olan birşey vardı içinde. Sen gördün mü buralarda?" deyiverdi. "Lütfen.. Bak ben saatlerdir onu arıyorum ve eğer sen bulup aldıysan kimseye birşey demem,bana onu verirsen buradan sessizce ayrılırım,hm ?!"  Bu yalvarmanın anlamını kendiside anlayamamıştı. Neredeyse diz çöküp çocuğun bacaklarına sarılacaktı. Bir an sanki roller değişmişti. Ağlayıp sızlayan kendisi, olgun olgun durum analizi yapan ise çocuktu.
Ufaklığın omuzlarına dokunarak boşvermesi gerektiğini fısıldadı. Başını eğdi, tam yanından ayrılacaktı ki, çocuk  elindeki küçük bir altın künyeyi uzattı. "Alperen kim?"  diye sordu.
Birden bir sevinç kapladı içini çocuğun elindekini görünce!  Bulmuştu.. Hırsız diye şüphelendiği çocuk bulmuştu kıymetlisinin emanetini!!  Elinde künye, tam çocuğa sarılacaktı ki, çocuk yoktu ?!?
Nereye gitmişti şimdi bu ??  Kimdi bu çocuk?
...

Salı, Aralık 4

Tutturmuşuz bir 21 Aralık..

Ortada dolaşan bu asparagas öyle bir noktaya geldiki, ben de artık kesin birşeyler olacak modunda dolaşmaya başladım. Öyleki adeta bir topluluk oluşturdum kendi çapımda. Arkadaşlarım; "acaba?" ve  "ya olursa.." ile birlikte geziniyor, birlikte yiyor, birlikte içiyor ve birlikte uyuyor buluyorum kendimi. Onlar kendi aralarında bir beyin fırtınası yaparken, o yapılan muhabbete tepkisiz kalamıyor, ister istemez onlara kulak misafiri oluyorum. Ortaya nelerin çıktığını bir bilseniz...
Aman Allahım!

Normal şartlarda bu tarz söylentilere inanan, inanacak yapıda olan biri değilimdir. İnancı yüksek olan biri olarak, "SON" un bu denli önceden bilinerek; "bağıra bağıra" gelmeyeceği fikrini yürütüyorum.  Sanki aksi çok basit olurdu.. Çok çabuk olurdu.. Çok değersiz olurdu..

Geçenlerde national geography izliyorum. Konu, okyanuslarda varolan akıntının haritası.
Akıntının takibine start noktası olarak atlas okyanusundan başlandı ve kuzey kutbuna doğru ilerlendi.
Kuzey kutbunda su sıcaklığının azalması nedeniyle suyun ağırlaştığını ve dibe çöktüğünü biliyor muydunuz?  Ve okyanus dibinde uçurumlar, koca koca yarıklar (Grand Canyon boyutunda) varolduğunu biliyor muydunuz?  Bu akıntı sayesinde  balinalar, lekeli yunuslar ve daha nice nice hayvanın, akıntının yaratmış olduğu sürüklemelerden ötürü ortaya çıkmak durumunda kalan planktonlardan beslendiğini ve hatta planktonların okyanusların beslenme dengesini sağlayan en önemli canlılar olduğunu biliyor muydunuz?  Akıntının pasifik okyanusundan tekrar atlas okyanusuna bağlanma noktası, ümit burnunda oluşan şaşırtıcı girdapların, atlas okyanusunda yaşayan canlılara temiz su atmosferi sağladığını, ve en önemlisi planktonların beslenmesine neden olan süreci yarattıklarını biliyor muydunuz?

Şimdi şöyle bir baktığımızda bu kadar ince bağlantıların yaratıldığı, hassas ölçümler ve hesaplamalarla döngünün, düzenin kurulduğu bir yaşamda, bir "SON", bu kadar ben geliyorum diyerek haykırır mı???

Bence hayır..

Bir "SON" olacaksa, ki olacağı günümüzce de bilimadamları tarafından da teyit ediliyor, bu şekil ti'ye alınacak konumda olmayacaktır kanımca. 
 
İnsanoğlu sürekli araştırma, bilinmeyeni bilme modunda bir yapıdadır.  Neden'ler ve Nasıl'lar hiçbir zaman peşimizi bırakmaz, yada tam tersi, biz onları bırakmak istemeyiz. Bir doyumsuzluk vardır bizde. Bilgi açlığı..
Gerçekt olması gerekende budur tabii. Ancak herşeyde olduğu gibi, bilginin fazlası da iyi gelmeyecektir. Bilgi fazlalığı, bünyede varolanın sapıtmasını, düzgün giden birşeylerin ters gitmesini sağlar bence.Tabii kuşkusuz akside aynı düzeyde sağlıksızdır. 
Aslında ne eksik, ne fazla .. herşeyin orta düzeyde bilerek öğrenerek ilerlemek en sağlıklı olanı.
Fazlalıklar, tatmin noktasının sınırını hep zorlayacaktır. Gerektiğinden fazla merakın, mevcut bulunan durumun dezavantajına olması ihtimalini yaratacaktır. Fazla bilgi, daha fazla KOZ olarak kullanılarak, daha fazla GÜÇ simgesi haline getirilerek dünyadaki uçurumların daha da derinleşmesine neden olacaktır.  Böylelikle daha çok savaş, daha çok ölüm yaşanacaktır.
Ve bu durum dünyada halihazırda bulunan inancın yitirilmesine kadar varacaktır. İnancın bitmesi, bilginin kötüye kullanılması, insan hayatının değersizleşmesi; SON'un kapısının aralanmasına neden olacak bir formüldür. Ki din kitaplarında da genel anlamda bahsedilir bu formülden.
 
Misal, ne zaman uzay ile ilgili bir haber okusam, bilimin ne kadar ilerlediğine dair bir yazı bulsam, hemen bu düşüncelerle ilgili olarak başka bir dünyada buluyorum kendimi.  Tamam, etrafımızda neler oluyor bilmemiz lazım, koca kainatta neredeyiz , komşularımız kim öğrenelim. Başka gezegenlere nasıl gideriz ulaşırız yöntemleri araştıralım.
 
Peki başka gezegene tüm dünyayı kopyalabilecek miyiz?
Hayır, hiç sanmıyorum. 
 
Mesele, bildiklerimizi birbirimize karşı kullanmamamızda saklı. Ne zamanki yaptık, işte o zaman o kapının kilidi açılmış olacak.
Ve bizler hala bu doyumsuzlukla o kapının ardında ne var acaba diye meraklandığımızda kapının arkasına bakmak üzere kafamızı uzattığımızda mutlaka bir yerimiz sıkışacak, veya kopacak.(!)
 
Bizler o kilidin ne zaman kırıldığını hiç anlayamayacağız tahminimce...
 
Ve  "SON", "sessiz sedasız" bir şekilde, yine muhteşem bir ölçüm ve hesaplama ile karşımıza dikilecek. Belki ansızın, belki uzun bir zaman sonra.
 
Ama böyle bangır bangır olmayacağı kesin!
 
sevgiler
ö.N