Gazetelerdeki haberleri okuyunca güne güzel başlamak mümkün olamıyor bir türlü. Azıcık "günlük bilgi" edineyim diyorsun, akabinde bir haberle dağılabiliyorsun yada sende varolan bilgiler de uçup gidiyor o an.
Yahu sürekli depresif haberler, kıyamet kopuyor mantığında yaklaşımlar, ilgisiz başlıklar ..
Hayır, zaten biliyoruz ülkemizde bulunan zayıf noktaları, birde bu noktaların dramatik haberlerle bağdaştırılmasını bir türlü anlamıyorum şahsen.
Ülkemizdeki eğitim konusunu herhalde hepimiz biliyoruzdur. Neredeyse anaokul 'dan başlayıp, lisans sürecine kadar her kademesi tartışılan, iyileştirilmesi gereken ama bir türlü iyileştirilemeyen başka bir süreç daha yoktur sanıyorum.. (var, ama ben tek tek sayarak kafama huni takmış halde dolaşmak istemiyorum) 4+4+4 matematik hesabı ile oluşturulmaya çalışılan eğitim sistemi daha henüz gündemde iken, henüz konuyla ilgili yetkililerin birbirlerine olan hücumları halka yeni yeni inmişken , birde üniversite eğitim sistemindeki yaralara TUZ basarak haber yapılıyor.
ÖSS sınavına 3 kez giripte başarılı olamayan ve bu noktada babasından da sürekli baskı yiyen kız, sonunda "bu hayatın ne anlamı var" deyip kabloyu dolamış boynuna !!
"Girmiş olmak için girilmiş ve başarılmış" bir sınav kimi ne kadar tatmin edecekti, merak ediyorum.
Hiçbir zaman (istisnalar mutlaka var) okuduğu alan doğrultusunda çalışamayacak, hayat şarlarının ona sunduğu düzen doğrultusunda para kazanma güdümü ile çalışma hayatında yer alacaktı. Ve bu düzen onu asla MUTLU edemeyecekti. Sürekli "acaba" deyip yeni yerlerde şansını deneyecekti.
Baba konusuna girmiyorum bile bu durumda. Nitekim bey amca, kızımın geleceğini düşünüyorum ben deyip, geleceğini en kısa sürede yaşamadan tamamlamasına neden olan bir birey! (kızgınım!)
Soruyorum : Değer mi??? Cananın gitmiş!! Neyleyim ÖSS'yi, üniversiteyi...
Ne olurdu mesela, herhangi bir yerde sekreterlik yapsaydı..Ya da biryerde tezgahtar olsaydı..
Yada baba : "dert etme babacım, başka şekilde hayata tutunursun, başım üstünde yerin var, sen yeterki üzülme buluruz bir hal çare.." deseydi!!!???
Di'li geçmiş zamanlarda hayatı yakalamaya çalışmak, keşke'lerle yoğrulan bir zaman dilimi.
Keşke dememek için 2 dk daha fazla düşünelim, lütfen..
keşke'siz bir hayat dileğiyle
ö.N
Çarşamba, Mart 28
Çarşamba, Mart 21
Hiçbir yere ait olduğum yer
Bayılıyorum bu atmosfere.
Bir yeri bırakmak ve başka bir yere gitme noktasında bulunduğum yer.
Buraya geldiğimde o kadar rahat hissediyorumki kendimi. Hani biri gelse ve dese ki "ben bir yere ait olmak istemiyorum, böyle bir yer bulunur mu?". Anında burayı tarif ederim sanıyorum. Çünkü ben bir yere ait olmamayı burada yaşıyorum.
Hiçbir yere ait olduğunuz bir yer biliyorum, inanın bana...
Belki bakış açısına göre değişir, ama bir yere gitmenin veya seyahat etmenin heyecanı büyüktür bende. Gideceğiniz yer iş toplantısı nedeniyle bile olsa, soluyacağınız "yeni" atmosfer , insanlar, ortam mutlaka iyi gelir insana. Öncesinde yapılan hazırlıklar kimilerimize göre bir eziyet teşkil etsede, ben büyük bir keyif alıyorum o süreçten.
Hangi saat olursa olsun 24 saat boyunca bir yaşam vardır orada. Sürekli insanlar ordan oraya yetişmeye çalışırlar. Kendince bir dünyası olan bu yerde, her tür ırktan insan görebilirsiniz ve her çeşit dil duymanız mümkündür. Hatta öyleki küçük bir sohbet, büyük uluslararası dostluklara bile dönüşebilir.
Aslında biraz sefilcedir, kabul etmeliyim. Çünkü rötar anında yada aktarmalı bir yolculukta yorgunluktan yapıştığın bekleme koltuğu, hafif kestirdiğin yatağın olur yada tuvaletteki lavabolar senin için banyo vazifesi görebilir. Beraberinde taşıdığın çantalar ve bavullar o an için senin dünyanın tamamıdır. Sanki başka hiçbirşeyin yokmuş gibi sahiplenirsin onları ; aman kaybolmasın mazallah !! Onları sahipleneceğim derken ecüş bücüş bir "duruş" sergilemek durumunda bile kalırsın hatta.
Bazı insanlar az eşya mantığında hareket eder, onlara her zaman hayran olmuşumdur. Ama kadınlar , (istatistik yapılsa, kadınlar daha fazla çıkar diye düşündüğüm için diyorum) her ayrı ortam için giyecek , ayakkabı, çanta, aksesuar .. vs almamız gerektiği (!) için, bir sürü bavul ile yolculuk yapabiliriz. Dolayısıyla hiçbir bavul kaybolmamalı. Hatta mümkünse ateş yakıp başında nöbet bile tutabiliriz ...
Tabi tüm güvenlik süreçlerinden geçme aşamasından hiç bahsetmiyorum bile dikkat ettiyseniz. Neredeyse iç çamaşırlarınıza varana kadar soyunduğunuz o yerler inanılmazdır. Hele üzerinizi arayan güvenlik görevlileri... , tam arama esnasında kucaklaşacakmış gibi olursunuz ya, "ah caaaanııııım" diyip sarılasım gelir benimde :))
Yinede, herşeye rağmen pasaportunu alıp başka bir kültürle buluşacağının düşüncesi ve yarattığı heyecan tüm bu delice zahmeti unutturur insana. Her seyahatimde heyecanlanıyorum küçük çocuklar gibi. Kalbim çarpıyor ; binlerce senaryo yaşıyorum. İniş saatinden önce binlerce kez erken iniyorum o yere, ve orada geçireceğim güne çoktan başlamış oluyorum yolculuk boyunca.
En mutlu olduğum an, uçağın havalandığı ilk 5 dk'dır. Yukarıdan görürsünüz geride bıraktığınız "herşeyi". Kısa bir sürelikte olsa, yeni başlangıçlara yelken açtığınızı bilirsiniz ya hani ! Gittikçe ufalan kent, insanlar yüzünüzde hafif bir tebessüm bırakır her zaman ve gözleriniz masmavi "göğün denizine" doğru derinleşir..
Hala hiçbir yere ait bir şekilde, büyük bir heyecanla beklenmeyene ait olmaya doğru yol alırsınız..
Kim bilir, belki birgün hiçbir yerde karşılaşırız, ne dersiniz ? :)
ö.N
Bir yeri bırakmak ve başka bir yere gitme noktasında bulunduğum yer.
Buraya geldiğimde o kadar rahat hissediyorumki kendimi. Hani biri gelse ve dese ki "ben bir yere ait olmak istemiyorum, böyle bir yer bulunur mu?". Anında burayı tarif ederim sanıyorum. Çünkü ben bir yere ait olmamayı burada yaşıyorum.
Hiçbir yere ait olduğunuz bir yer biliyorum, inanın bana...
Belki bakış açısına göre değişir, ama bir yere gitmenin veya seyahat etmenin heyecanı büyüktür bende. Gideceğiniz yer iş toplantısı nedeniyle bile olsa, soluyacağınız "yeni" atmosfer , insanlar, ortam mutlaka iyi gelir insana. Öncesinde yapılan hazırlıklar kimilerimize göre bir eziyet teşkil etsede, ben büyük bir keyif alıyorum o süreçten.
Hangi saat olursa olsun 24 saat boyunca bir yaşam vardır orada. Sürekli insanlar ordan oraya yetişmeye çalışırlar. Kendince bir dünyası olan bu yerde, her tür ırktan insan görebilirsiniz ve her çeşit dil duymanız mümkündür. Hatta öyleki küçük bir sohbet, büyük uluslararası dostluklara bile dönüşebilir.
Aslında biraz sefilcedir, kabul etmeliyim. Çünkü rötar anında yada aktarmalı bir yolculukta yorgunluktan yapıştığın bekleme koltuğu, hafif kestirdiğin yatağın olur yada tuvaletteki lavabolar senin için banyo vazifesi görebilir. Beraberinde taşıdığın çantalar ve bavullar o an için senin dünyanın tamamıdır. Sanki başka hiçbirşeyin yokmuş gibi sahiplenirsin onları ; aman kaybolmasın mazallah !! Onları sahipleneceğim derken ecüş bücüş bir "duruş" sergilemek durumunda bile kalırsın hatta.
Bazı insanlar az eşya mantığında hareket eder, onlara her zaman hayran olmuşumdur. Ama kadınlar , (istatistik yapılsa, kadınlar daha fazla çıkar diye düşündüğüm için diyorum) her ayrı ortam için giyecek , ayakkabı, çanta, aksesuar .. vs almamız gerektiği (!) için, bir sürü bavul ile yolculuk yapabiliriz. Dolayısıyla hiçbir bavul kaybolmamalı. Hatta mümkünse ateş yakıp başında nöbet bile tutabiliriz ...
Tabi tüm güvenlik süreçlerinden geçme aşamasından hiç bahsetmiyorum bile dikkat ettiyseniz. Neredeyse iç çamaşırlarınıza varana kadar soyunduğunuz o yerler inanılmazdır. Hele üzerinizi arayan güvenlik görevlileri... , tam arama esnasında kucaklaşacakmış gibi olursunuz ya, "ah caaaanııııım" diyip sarılasım gelir benimde :))
Yinede, herşeye rağmen pasaportunu alıp başka bir kültürle buluşacağının düşüncesi ve yarattığı heyecan tüm bu delice zahmeti unutturur insana. Her seyahatimde heyecanlanıyorum küçük çocuklar gibi. Kalbim çarpıyor ; binlerce senaryo yaşıyorum. İniş saatinden önce binlerce kez erken iniyorum o yere, ve orada geçireceğim güne çoktan başlamış oluyorum yolculuk boyunca.
En mutlu olduğum an, uçağın havalandığı ilk 5 dk'dır. Yukarıdan görürsünüz geride bıraktığınız "herşeyi". Kısa bir sürelikte olsa, yeni başlangıçlara yelken açtığınızı bilirsiniz ya hani ! Gittikçe ufalan kent, insanlar yüzünüzde hafif bir tebessüm bırakır her zaman ve gözleriniz masmavi "göğün denizine" doğru derinleşir..
Hala hiçbir yere ait bir şekilde, büyük bir heyecanla beklenmeyene ait olmaya doğru yol alırsınız..
Kim bilir, belki birgün hiçbir yerde karşılaşırız, ne dersiniz ? :)
ö.N
Çarşamba, Mart 14
donuk gözler
Internette gazetelerde geziniyorum, haberlerin kimi iç açıcı , kimi iç burkan cinsinden. Biraz ordan biraz burdan derken, bir haber... küçük bir karede , bir çift donuk göz ile buluşuyor gözlerim.
O an tüm dünya duruyor benim için.
Boğazım düğümleniyor, yediğim bir parça lokma ekmek ağzımın içinde koca bir lokma haline geliyor, yutamıyorum. Yutamamaktan ziyade yeme işlemini yapamıyorum, çünkü o bir çift göz bakıyor bana doğru.
Gözlerim buğulanıyor ; gözyaşlarım birikiyor göz pınarlarımda. Gözlüğümün altından istemsizce özgür kalıyorlar. Alamıyorum gözlerimi o bir çift donuk gözden.
Burnum, boğazımdan gelen bir yanma ile sızlamaya başlıyor. Aklıma sürekli benim bıdığım geliyor..
Yıl 2012.. Dünya karmakarışık. Sürekli birileri, birilerine saldırıyor. İnsanlığın benliğinde yatan yok etme içgüdüsü, normal şartlarda "hayatta kal" komuduyla harekete geçen bir eylem olmalıdır. Ancak gördüğüm kadarıyla "güç" kavramıyla eşit hareket etmeye başlamış çoktan. Üstünlük sergileyen ve bu yönde çatışan rol modelleri, toplumun en ufak kırılımında bile örnek alınıyor. Karı-Koca arasında , kardeşler arasında, şirketler arasında, ülkeler arasında yer alan bu güç gösterileri, GÖREN insanları üzüyor. Çaresizliğin getirdiği durum, bütün bu olanları görmek durumunda kalanlar için büyük bir işkence halini alıyor. O gözlerde , belki çaresi bulunmayan bir hastalığın tedavisini geliştiren bir doktor ; yada yeni nesiller yetiştiren bir öğretmen ; yada haksızlığı savunacak yüreği olan bir avukat ; yada ülkesini iyi bir noktaya gayret eden bir cumhurbaşkanı görüyorum.
Ama , o donuk gözler ışıldamıyor artık..
Neden birbirimize saldırıyoruz? Niye yok ediyoruz? Neyi paylaşamıyoruz? Dünya neden bize DAR geliyor artık? Neden düşünmüyoruz?
Bazen düşünmekten yorgun olan beynim, duruyor. Ve o durduğu an, herşey anlamını yitiriyor.
Ve o anlardan birindeyim şimdi ; o donuk gözlere bakakalmış bir şekilde etrafımda olup bitenleri "duyamıyorum" , "algılayamıyorum". Gözlerimi alamadığım o 4-5 yaşlarındaki ölü çocuğun gözlerine bakıyorum, sedye üzerinde ölü babası ile yanyana.. Savaşın ortasında patlayan bombalardan birine maruz kalmış körpe bir "insan".. Heryeri kan içinde .. Ölü bir babanın kollarından bırakmadığı oğlu.
Eğer cümlelerimde bir anlamsızlık varsa , yada bir bütünlük bulamadıysanız özür diliyorum..
kötüyüm
Hala ordayım ; o bir çift donuk bakıştayım...
ö.N
O an tüm dünya duruyor benim için.
Boğazım düğümleniyor, yediğim bir parça lokma ekmek ağzımın içinde koca bir lokma haline geliyor, yutamıyorum. Yutamamaktan ziyade yeme işlemini yapamıyorum, çünkü o bir çift göz bakıyor bana doğru.
Gözlerim buğulanıyor ; gözyaşlarım birikiyor göz pınarlarımda. Gözlüğümün altından istemsizce özgür kalıyorlar. Alamıyorum gözlerimi o bir çift donuk gözden.
Burnum, boğazımdan gelen bir yanma ile sızlamaya başlıyor. Aklıma sürekli benim bıdığım geliyor..
Yıl 2012.. Dünya karmakarışık. Sürekli birileri, birilerine saldırıyor. İnsanlığın benliğinde yatan yok etme içgüdüsü, normal şartlarda "hayatta kal" komuduyla harekete geçen bir eylem olmalıdır. Ancak gördüğüm kadarıyla "güç" kavramıyla eşit hareket etmeye başlamış çoktan. Üstünlük sergileyen ve bu yönde çatışan rol modelleri, toplumun en ufak kırılımında bile örnek alınıyor. Karı-Koca arasında , kardeşler arasında, şirketler arasında, ülkeler arasında yer alan bu güç gösterileri, GÖREN insanları üzüyor. Çaresizliğin getirdiği durum, bütün bu olanları görmek durumunda kalanlar için büyük bir işkence halini alıyor. O gözlerde , belki çaresi bulunmayan bir hastalığın tedavisini geliştiren bir doktor ; yada yeni nesiller yetiştiren bir öğretmen ; yada haksızlığı savunacak yüreği olan bir avukat ; yada ülkesini iyi bir noktaya gayret eden bir cumhurbaşkanı görüyorum.
Ama , o donuk gözler ışıldamıyor artık..
Neden birbirimize saldırıyoruz? Niye yok ediyoruz? Neyi paylaşamıyoruz? Dünya neden bize DAR geliyor artık? Neden düşünmüyoruz?
Bazen düşünmekten yorgun olan beynim, duruyor. Ve o durduğu an, herşey anlamını yitiriyor.
Ve o anlardan birindeyim şimdi ; o donuk gözlere bakakalmış bir şekilde etrafımda olup bitenleri "duyamıyorum" , "algılayamıyorum". Gözlerimi alamadığım o 4-5 yaşlarındaki ölü çocuğun gözlerine bakıyorum, sedye üzerinde ölü babası ile yanyana.. Savaşın ortasında patlayan bombalardan birine maruz kalmış körpe bir "insan".. Heryeri kan içinde .. Ölü bir babanın kollarından bırakmadığı oğlu.
Eğer cümlelerimde bir anlamsızlık varsa , yada bir bütünlük bulamadıysanız özür diliyorum..
kötüyüm
Hala ordayım ; o bir çift donuk bakıştayım...
ö.N
Kaydol:
Yorumlar (Atom)