Çarşamba, Mart 28

Deger mi?

Gazetelerdeki haberleri okuyunca güne güzel başlamak mümkün olamıyor bir türlü.  Azıcık "günlük bilgi" edineyim diyorsun, akabinde bir haberle dağılabiliyorsun yada sende varolan bilgiler de uçup gidiyor o an. 
Yahu  sürekli depresif  haberler, kıyamet kopuyor mantığında yaklaşımlar, ilgisiz başlıklar ..

Hayır,  zaten biliyoruz ülkemizde bulunan zayıf noktaları, birde  bu noktaların  dramatik  haberlerle  bağdaştırılmasını bir türlü anlamıyorum şahsen.

Ülkemizdeki  eğitim konusunu herhalde  hepimiz biliyoruzdur.  Neredeyse  anaokul 'dan başlayıp, lisans sürecine  kadar her kademesi  tartışılan, iyileştirilmesi gereken ama bir türlü iyileştirilemeyen  başka bir süreç daha yoktur sanıyorum.. (var, ama ben tek tek sayarak kafama huni takmış halde dolaşmak istemiyorum)  4+4+4  matematik  hesabı ile  oluşturulmaya çalışılan  eğitim sistemi daha henüz gündemde iken, henüz konuyla ilgili yetkililerin birbirlerine olan hücumları  halka yeni yeni inmişken , birde  üniversite eğitim sistemindeki yaralara TUZ  basarak haber  yapılıyor.
ÖSS sınavına 3 kez giripte  başarılı olamayan ve bu noktada  babasından da sürekli baskı yiyen kız, sonunda "bu hayatın ne anlamı var" deyip kabloyu dolamış  boynuna !!

"Girmiş olmak için girilmiş ve başarılmış" bir sınav kimi ne kadar tatmin edecekti, merak ediyorum.
Hiçbir zaman (istisnalar mutlaka var) okuduğu alan  doğrultusunda çalışamayacak, hayat şarlarının ona sunduğu düzen doğrultusunda  para kazanma güdümü ile çalışma hayatında yer alacaktı. Ve bu düzen onu asla MUTLU edemeyecekti. Sürekli "acaba" deyip yeni yerlerde şansını deneyecekti.
Baba konusuna girmiyorum bile bu durumda. Nitekim  bey amca, kızımın geleceğini düşünüyorum ben deyip, geleceğini en kısa sürede yaşamadan  tamamlamasına neden olan bir birey! (kızgınım!)

Soruyorum  : Değer mi???    Cananın gitmiş!!   Neyleyim ÖSS'yi, üniversiteyi...

Ne olurdu mesela, herhangi bir yerde sekreterlik yapsaydı..Ya da biryerde tezgahtar olsaydı..
Yada baba : "dert etme babacım, başka şekilde hayata tutunursun, başım üstünde yerin var, sen yeterki üzülme buluruz bir hal çare.."    deseydi!!!???

Di'li  geçmiş zamanlarda  hayatı  yakalamaya  çalışmak, keşke'lerle yoğrulan bir zaman dilimi.

Keşke dememek için 2 dk daha fazla düşünelim, lütfen..

keşke'siz  bir hayat dileğiyle
ö.N

Çarşamba, Mart 21

Hiçbir yere ait olduğum yer

Bayılıyorum bu atmosfere. 
Bir yeri bırakmak ve başka bir yere gitme noktasında  bulunduğum yer.

Buraya geldiğimde o kadar rahat hissediyorumki  kendimi. Hani biri gelse ve dese ki "ben bir yere ait olmak istemiyorum, böyle bir yer bulunur mu?".  Anında  burayı tarif ederim sanıyorum.   Çünkü ben bir yere ait olmamayı burada yaşıyorum. 

Hiçbir yere ait olduğunuz bir yer biliyorum, inanın bana...

Belki bakış açısına göre değişir, ama bir yere gitmenin veya  seyahat etmenin heyecanı büyüktür bende. Gideceğiniz yer iş toplantısı nedeniyle bile olsa, soluyacağınız "yeni"  atmosfer , insanlar, ortam  mutlaka iyi gelir insana. Öncesinde yapılan hazırlıklar kimilerimize göre bir eziyet teşkil etsede, ben büyük bir keyif alıyorum o süreçten.

Hangi saat olursa olsun 24 saat boyunca bir yaşam vardır orada. Sürekli  insanlar  ordan oraya yetişmeye çalışırlar. Kendince bir dünyası olan bu yerde, her tür ırktan insan görebilirsiniz  ve her çeşit  dil duymanız mümkündür.  Hatta öyleki küçük bir sohbet,  büyük uluslararası dostluklara bile dönüşebilir.
Aslında  biraz sefilcedir, kabul etmeliyim. Çünkü rötar anında yada aktarmalı bir yolculukta yorgunluktan yapıştığın bekleme koltuğu,  hafif kestirdiğin yatağın olur yada tuvaletteki lavabolar senin için banyo vazifesi görebilir.  Beraberinde taşıdığın çantalar ve bavullar o an için senin dünyanın tamamıdır.  Sanki başka hiçbirşeyin yokmuş gibi sahiplenirsin onları ; aman  kaybolmasın mazallah !!  Onları sahipleneceğim derken ecüş bücüş bir "duruş" sergilemek durumunda bile kalırsın hatta.
Bazı  insanlar  az eşya mantığında  hareket  eder, onlara  her zaman hayran olmuşumdur.  Ama  kadınlar , (istatistik yapılsa, kadınlar daha fazla çıkar diye düşündüğüm için diyorum)  her ayrı ortam için giyecek , ayakkabı, çanta, aksesuar .. vs almamız  gerektiği (!) için, bir sürü bavul ile yolculuk yapabiliriz. Dolayısıyla hiçbir bavul kaybolmamalı. Hatta mümkünse ateş yakıp başında nöbet bile tutabiliriz ...
Tabi tüm güvenlik süreçlerinden geçme aşamasından hiç bahsetmiyorum bile dikkat ettiyseniz. Neredeyse iç çamaşırlarınıza varana kadar soyunduğunuz o yerler inanılmazdır. Hele üzerinizi arayan güvenlik görevlileri... , tam arama esnasında kucaklaşacakmış gibi olursunuz ya, "ah caaaanııııım"  diyip sarılasım gelir benimde :))

Yinede, herşeye rağmen  pasaportunu alıp başka  bir kültürle buluşacağının düşüncesi ve yarattığı heyecan tüm bu delice zahmeti unutturur insana. Her seyahatimde heyecanlanıyorum küçük çocuklar gibi.  Kalbim çarpıyor ; binlerce senaryo yaşıyorum. İniş saatinden önce binlerce kez erken iniyorum o yere, ve orada geçireceğim güne çoktan başlamış oluyorum yolculuk boyunca.

En mutlu olduğum an, uçağın havalandığı ilk 5 dk'dır. Yukarıdan görürsünüz geride bıraktığınız "herşeyi". Kısa bir sürelikte olsa, yeni başlangıçlara yelken açtığınızı bilirsiniz ya hani !  Gittikçe ufalan kent, insanlar yüzünüzde hafif  bir  tebessüm bırakır her zaman ve gözleriniz masmavi "göğün denizine" doğru derinleşir..

Hala hiçbir yere ait bir şekilde, büyük bir heyecanla beklenmeyene ait olmaya doğru  yol alırsınız..

Kim bilir, belki birgün hiçbir yerde karşılaşırız, ne dersiniz ? :)

ö.N

Çarşamba, Mart 14

donuk gözler

Internette gazetelerde geziniyorum, haberlerin kimi iç açıcı , kimi iç burkan cinsinden.  Biraz ordan biraz burdan derken,  bir haber...  küçük bir karede , bir çift  donuk  göz ile buluşuyor gözlerim.
O an tüm dünya duruyor benim için.

Boğazım düğümleniyor, yediğim bir parça lokma ekmek ağzımın içinde koca bir lokma haline geliyor, yutamıyorum. Yutamamaktan ziyade yeme işlemini yapamıyorum, çünkü o bir çift göz bakıyor bana doğru.
Gözlerim buğulanıyor ; gözyaşlarım birikiyor  göz pınarlarımda. Gözlüğümün altından istemsizce özgür kalıyorlar. Alamıyorum gözlerimi o bir çift donuk gözden.
Burnum, boğazımdan gelen bir yanma ile sızlamaya başlıyor.  Aklıma sürekli  benim bıdığım geliyor..

Yıl 2012.. Dünya karmakarışık.  Sürekli birileri, birilerine saldırıyor.  İnsanlığın benliğinde yatan yok etme içgüdüsü, normal şartlarda "hayatta kal" komuduyla  harekete geçen bir eylem olmalıdır.  Ancak gördüğüm kadarıyla  "güç"  kavramıyla eşit hareket etmeye başlamış çoktan.  Üstünlük sergileyen ve bu yönde çatışan rol modelleri, toplumun en ufak kırılımında bile örnek alınıyor. Karı-Koca arasında ,  kardeşler arasında,  şirketler arasında,  ülkeler arasında yer alan bu güç gösterileri, GÖREN insanları üzüyor. Çaresizliğin getirdiği durum, bütün bu olanları görmek durumunda kalanlar için büyük bir işkence halini alıyor.  O gözlerde , belki çaresi bulunmayan bir hastalığın tedavisini geliştiren bir doktor ;  yada  yeni  nesiller  yetiştiren  bir öğretmen ; yada  haksızlığı savunacak yüreği olan bir avukat ; yada ülkesini iyi bir noktaya  gayret  eden bir  cumhurbaşkanı  görüyorum.

Ama , o donuk gözler ışıldamıyor artık..

Neden birbirimize saldırıyoruz?   Niye yok ediyoruz?  Neyi paylaşamıyoruz?  Dünya neden bize DAR geliyor artık?  Neden  düşünmüyoruz?  

Bazen düşünmekten yorgun olan  beynim, duruyor.  Ve o durduğu an, herşey anlamını yitiriyor.
Ve o anlardan birindeyim şimdi ; o donuk gözlere bakakalmış bir şekilde etrafımda olup bitenleri "duyamıyorum" , "algılayamıyorum".  Gözlerimi alamadığım o  4-5 yaşlarındaki ölü çocuğun gözlerine bakıyorum, sedye üzerinde ölü babası ile yanyana.. Savaşın ortasında patlayan bombalardan birine maruz kalmış körpe bir "insan".. Heryeri kan içinde .. Ölü bir babanın kollarından bırakmadığı oğlu.

Eğer cümlelerimde bir anlamsızlık varsa , yada bir bütünlük bulamadıysanız özür diliyorum..

kötüyüm

Hala ordayım ;  o bir çift  donuk bakıştayım...

ö.N